28 Haziran 2015 Pazar

Kesinlikle İzlemelisin: Still Alice (2014)


Kısa bir aradan sonra yine bir film incelemesiyle geri döneyim dedim. Geçen sene Sony’nin hacklenmesiyle birlikte internete düşen filmlerden biri olan Still Alice, sinemada izlemeyi çok istediğim ama bir türlü vakit bulamadığım için izleyemediğim filmlerden biriydi, ancak televizyona gelince izleyebildim ve sanırım izlediğim en gerçekçi, en etkileyici filmlerden biriydi. Gerçekçiden ne kast ettiğimi ileride daha iyi anlayacaksınız muhtemelen.



Öncelikle şunu söyleyerek başlamalıyım ki muhtemelen yazım boyunca buna benzer şeyleri çokça söyleyeceğim. Julianne Moore’u gerçekten çok seviyorum, gerçekten muhteşem bir oyuncu. Daha önce Oscar kazanamaması bence çok şaşırtıcı çünkü 5 adaylığı var ve ilk Oscar’ını Still Alice’deki Alice Howland rolüyle bu sene kazanmayı başardı. Filmi izledikten sonra da fark ettim ki gerçekten bu ödülü en çok hak eden kişilerden biri Moore.


Daha önce de böyle düşündüğüm biri daha vardı. Şöyle de ifade edebilirim bunu; uzun zamandır ödül törenlerini, doğal olarak da en yakından Oscar’ı takip ediyorum ama bana son 5 yılda büyük ödülleri kim kazandı diye sorsanız muhtemelen birkaçını söyleyemem. Belki siz de böyle düşünüyorsunuzdur, bence bunun en önemli nedeni bazı performansların gerçekten çok etkileyici ve diğerlerinden daha akılda kalıcı olması. Akılda kalıcılık kişiden kişiye değişebilir tabi. Son yıllarda benim için en akılda kalan performanslar ise Jennifer Lawrence’ın Silver Linings Playbook’taki performansı (o bağırış çağırışlar kolay kolay unutulmuyor tabi, e bir de gerçekten sevmiştim o filmde Jennifer’ı), Jean Dujardin’in The Artist’teki performansı (o da mükemmeldi), Heath Ledger’ın The Dark Knight’daki performansı (ki onun yeri çok ayrı). Ancak son olarak favorilerim şunlar; biri anlayacağınız gibi zaten Julianne Moore tabi ki, biri de bu seneki diğer kazanan Eddie Redmayne. Redmayne’nin The Theory of Everything’deki performansı da inanılmaz bir performanstı ve film de müthişti. Onu da şiddetle tavsiye ederim.Neyse yine biraz uzattım sanırım da ödül töreniyle ilgili yazı yazmayınca böyle oluyor galiba, benim asıl bahsetmek istediğim kişi ise Sandra Bullock’tu. 2010 yılında Blind Side’daki Leigh Anne Tuohy rolüyle en iyi kadın oyuncu dalında ödül kazanan Bullock, daha önce de dediğim gibi tıpkı Moore gibi çok iyi, çok gerçekçi bir performans sergilemişti ve benim için en akılda kalıcı performans oydu (Still Alice’i izleyene kadar).


Şimdi filmin konusundan bahsetmek istiyorum, sonra da oyunculardan bahsedeceğim. Buradan sonrası spoiler içerir, o yüzden şimdiden uyarayım. Filmin konusu aslında sıradan da diyebileceğimiz bir konu ancak çok ilginç bir hale getirilmiş. Alzheimer hastalığını temel alan bir film. Ana karakterimiz Alice Howland; dünyaca ünlü, bir sürü ülkede kitapları yayımlanmış çok başarılı bir dilbilim profesörü ve hayatı boyunca hep zekasıyla ön planda olmuş biri. Hikayeyi ilginç kılan en önemli nokta bu bence.


Bir diğer nokta ise bu hastalığın çok nadir bir şekilde genç yaşta, 50 yaşında ortaya çıkması. Alzheimer’ın bu kadar erken görülmesinin nedenin ise ailevi bir hastalık olması. Bunu öğrenen Alice’in hastalık çocuklarında da çıkabilir diye kendini suçlu hissetmesi ve bunun da etkisiyle işler çok daha kötü olduğunda yani hafızası iyice kötüleştiğinde intihar etmek için bir plan hazırlaması ise filmin en vurucu noktasıydı bence. Alice, ailevi hastalığını çocuklarına söylediğinde ise ikizlere hamile olan büyük kızı Anna ve oğlu Tom gerekli testi yaptırıyorlar ama küçük kızı Lydia testi yaptırmamayı seçiyor. Bu arada test sonuçları ikiz bebekler ve Tom’da negatif çıkarken Anna’da pozitif çıkıyor.


Alice’in telefonuna en büyük kızının adı ne, adresin ne, doğum yılın ne gibi çok temel soruları not alması ve her sabah kalktığında bunları cevaplaması da hastalığın etkisini çok iyi anlatıyor. Zaman geçtikçe de bu soruları cevaplaması gerçekten güçleşiyor. Bir sahne kızı Lydia’nın tiyatro oyununu izledikten sonra onunla konuşurken onu tanımaması da Alzheimer’ın ne kadar etkili bir hastalık olduğunu gösteriyor. Film ile ilgili daha çok detay vermek istemiyorum. O yüzden şunu da söyleyip oyunculardan bahsetmeye başlayayım, konusunun işlenişi ve Julianne Moore’un mükemmel performansının da etkisiyle beni çok etkiledi.


Hani derler ya yaşayarak oynamış, işte tam olarak öyleydi Julianne Moore’un performansı. Tüm hareketleri, mimikleri ile gerçekten yaşamış gibiydi ve o duyguyu bana da hatta bence tüm izleyicilere de yaşatmayı başarmış. Bir kelimeyi unuttuğunda, kaybolup evini bulamadığında veya ne yapacağını unuttuğundaki hareketleri, mimikleri ve yüz ifadeleri sizin gerçekten o duygu iyi anlamanızı sağlıyor. O yaşarken siz de yaşıyorsunuz yani. Moore, gerçekten çok gerçekçi, muhteşem bir performans sergilemişti.


Onun dışında kocası John rolündeki Alec Baldwin de iyi bir performans göstermiş. Blue Jasmine’deki performansı da iyiydi zaten. Filmin önemli karakterlerinden biri ise Alice’in küçük kızı Lydia. Filmde Lydia rolünde ise kendi jenerasyonunun belki de en çok eleştiri alan isimlerinden Kristen Stewart var. Daha çok Twilight’la tanınsa ve oradaki performansı nedeniyle biraz da çok sevilmese de bence onun dışında çok güzel filmleri ve iyi performansları da var. Örneğin Clouds of Sils Maria’daki Valantine rolüyle en prestijli ödül törenlerinden biri olan Cesar Ödülleri’nde en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü alarak tarihte bu başarıya ulaşan ilk Amerikalı kadın oyuncu oldu. Burada şunu söylemeliyim ki, daha önce Cesar’a aday olan Amerikalı oyunculardan biri Meryl Streep’ti ancak kazanamamıştı. Buradan bile Stewart’ın aslında ne kadar yetenekli olduğu anlaşılıyor bence. Still Alice’deki performansıyla ise Sony onu Oscar yarışına sokmuştu, Oscar’a aday olamasa da başka ödüllere adaylığı var. Birkaç sahnede iyi olmak için çok uğraşmış sanki ve bu yüzden de biraz göze batıyordu ancak onların dışında ben beğendim performansını. Filmdeki diğer oyuncular yani Kate Bosworth ve Hunter Parrish de gayet iyi performans sergilemişlerdi. Aile fertleri arasında çok iyi bir uyum oluşturmuşlardı.


Film sade ve akıcı bir işleyişe sahip olduğu için çok rahat izleniyor. Ben hiç sıkılmadan, merakla izledim. Filmin güzel bir diğer yanı ise Alzheimer ile ilgili ilginç bilgiler de vermesi. Aşağı yukarı herkesin bildiği noktalar vardır tabii ki ama benim yeni öğrendiğim detaylar oldu. Mesela Alice gibi iyi eğitim görmüş kişilerde daha hızlı ilerleyebiliyormuş hastalık. Ayrıca iyi eğitimli kişilerin kelime haznesi çok geniş olabildiğinden, bir kelimeyi unuttuklarında yerine başka bir kelime koyabiliyorlar ve böylece hastalık daha geç fark edilebiliyor belki de.


Son olarak benim size tavsiyem ise bu filmi mutlaka izlemeniz. Filmi izlemek için bir sürü neden sayabilirim ama film sadece Julianne Moore için bile izlenebilir. Film bittikten sonra eminim ki siz de Julianne Moore’a hayran kalacak ve benim gibi onu zaten seviyorsanız daha çok sevmeye başlayacaksınız. Filmin akıcı işleyişi de sıkılmadan izlemenize olanak sağlıyor. Kısacası Still Alice’i mutlaka izleyin.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder