Kısa bir aradan sonra yine bir film incelemesiyle geri döneyim dedim. Geçen
sene Sony’nin hacklenmesiyle
birlikte internete düşen filmlerden biri olan Still Alice, sinemada izlemeyi çok istediğim ama bir türlü vakit
bulamadığım için izleyemediğim filmlerden biriydi, ancak televizyona gelince
izleyebildim ve sanırım izlediğim en gerçekçi, en etkileyici filmlerden
biriydi. Gerçekçiden ne kast ettiğimi ileride daha iyi anlayacaksınız
muhtemelen.
Öncelikle şunu söyleyerek başlamalıyım ki muhtemelen yazım boyunca buna
benzer şeyleri çokça söyleyeceğim. Julianne
Moore’u gerçekten çok seviyorum, gerçekten muhteşem bir oyuncu. Daha önce Oscar kazanamaması bence çok şaşırtıcı
çünkü 5 adaylığı var ve ilk Oscar’ını
Still Alice’deki Alice Howland rolüyle bu sene kazanmayı başardı. Filmi izledikten sonra
da fark ettim ki gerçekten bu ödülü en çok hak eden kişilerden biri Moore.
Daha önce de böyle düşündüğüm biri daha vardı. Şöyle de ifade edebilirim
bunu; uzun zamandır ödül törenlerini, doğal olarak da en yakından Oscar’ı takip ediyorum ama bana son 5
yılda büyük ödülleri kim kazandı diye sorsanız muhtemelen birkaçını söyleyemem.
Belki siz de böyle düşünüyorsunuzdur, bence bunun en önemli nedeni bazı
performansların gerçekten çok etkileyici ve diğerlerinden daha akılda kalıcı
olması. Akılda kalıcılık kişiden kişiye değişebilir tabi. Son yıllarda benim için en akılda kalan performanslar ise Jennifer Lawrence’ın Silver Linings Playbook’taki
performansı (o bağırış çağırışlar kolay kolay unutulmuyor tabi, e bir de
gerçekten sevmiştim o filmde Jennifer’ı),
Jean Dujardin’in The Artist’teki performansı (o da
mükemmeldi), Heath Ledger’ın The Dark Knight’daki performansı (ki
onun yeri çok ayrı). Ancak son olarak favorilerim şunlar; biri anlayacağınız
gibi zaten Julianne Moore tabi ki,
biri de bu seneki diğer kazanan Eddie
Redmayne. Redmayne’nin The Theory of Everything’deki
performansı da inanılmaz bir performanstı ve film de müthişti. Onu da şiddetle
tavsiye ederim.Neyse yine biraz uzattım sanırım da ödül töreniyle ilgili yazı
yazmayınca böyle oluyor galiba, benim asıl bahsetmek istediğim kişi ise Sandra Bullock’tu. 2010 yılında Blind Side’daki
Leigh Anne Tuohy rolüyle en iyi
kadın oyuncu dalında ödül kazanan Bullock,
daha önce de dediğim gibi tıpkı Moore
gibi çok iyi, çok gerçekçi bir performans sergilemişti ve benim için en akılda
kalıcı performans oydu (Still Alice’i
izleyene kadar).
Şimdi filmin konusundan bahsetmek istiyorum, sonra da oyunculardan
bahsedeceğim. Buradan sonrası spoiler içerir, o yüzden şimdiden uyarayım. Filmin
konusu aslında sıradan da diyebileceğimiz bir konu ancak çok ilginç bir hale
getirilmiş. Alzheimer hastalığını
temel alan bir film. Ana karakterimiz Alice
Howland; dünyaca ünlü, bir sürü ülkede kitapları yayımlanmış çok başarılı
bir dilbilim profesörü ve hayatı boyunca hep zekasıyla ön planda olmuş biri. Hikayeyi
ilginç kılan en önemli nokta bu bence.
Bir diğer nokta ise bu hastalığın çok nadir bir şekilde genç yaşta, 50
yaşında ortaya çıkması. Alzheimer’ın
bu kadar erken görülmesinin nedenin ise ailevi bir hastalık olması. Bunu
öğrenen Alice’in hastalık
çocuklarında da çıkabilir diye kendini suçlu hissetmesi ve bunun da etkisiyle
işler çok daha kötü olduğunda yani hafızası iyice kötüleştiğinde intihar etmek
için bir plan hazırlaması ise filmin en vurucu noktasıydı bence. Alice, ailevi hastalığını çocuklarına
söylediğinde ise ikizlere hamile olan büyük kızı Anna ve oğlu Tom gerekli
testi yaptırıyorlar ama küçük kızı Lydia
testi yaptırmamayı seçiyor. Bu arada test sonuçları ikiz bebekler ve Tom’da negatif çıkarken Anna’da pozitif çıkıyor.
Alice’in telefonuna en büyük kızının adı ne, adresin
ne, doğum yılın ne gibi çok temel soruları not alması ve her sabah kalktığında
bunları cevaplaması da hastalığın etkisini çok iyi anlatıyor. Zaman geçtikçe de
bu soruları cevaplaması gerçekten güçleşiyor. Bir sahne kızı Lydia’nın tiyatro oyununu izledikten
sonra onunla konuşurken onu tanımaması da Alzheimer’ın
ne kadar etkili bir hastalık olduğunu gösteriyor. Film ile ilgili daha çok
detay vermek istemiyorum. O yüzden şunu da söyleyip oyunculardan bahsetmeye
başlayayım, konusunun işlenişi ve Julianne
Moore’un mükemmel performansının da etkisiyle beni çok etkiledi.
Hani derler ya yaşayarak oynamış, işte tam olarak öyleydi Julianne Moore’un performansı. Tüm
hareketleri, mimikleri ile gerçekten yaşamış gibiydi ve o duyguyu bana da hatta
bence tüm izleyicilere de yaşatmayı başarmış. Bir kelimeyi unuttuğunda,
kaybolup evini bulamadığında veya ne yapacağını unuttuğundaki hareketleri,
mimikleri ve yüz ifadeleri sizin gerçekten o duygu iyi anlamanızı sağlıyor. O
yaşarken siz de yaşıyorsunuz yani. Moore,
gerçekten çok gerçekçi, muhteşem bir performans sergilemişti.
Onun dışında kocası John
rolündeki Alec Baldwin de iyi bir
performans göstermiş. Blue Jasmine’deki performansı da iyiydi zaten. Filmin önemli
karakterlerinden biri ise Alice’in
küçük kızı Lydia. Filmde Lydia rolünde ise kendi jenerasyonunun
belki de en çok eleştiri alan isimlerinden Kristen
Stewart var. Daha çok Twilight’la
tanınsa ve oradaki performansı nedeniyle biraz da çok sevilmese de bence onun
dışında çok güzel filmleri ve iyi performansları da var. Örneğin Clouds of Sils Maria’daki Valantine rolüyle en prestijli ödül
törenlerinden biri olan Cesar Ödülleri’nde en iyi yardımcı kadın
oyuncu ödülünü alarak tarihte bu başarıya ulaşan ilk Amerikalı kadın oyuncu
oldu. Burada şunu söylemeliyim ki, daha önce Cesar’a aday olan Amerikalı oyunculardan biri Meryl Streep’ti ancak kazanamamıştı. Buradan bile Stewart’ın aslında ne kadar yetenekli
olduğu anlaşılıyor bence. Still Alice’deki
performansıyla ise Sony onu Oscar yarışına sokmuştu, Oscar’a aday olamasa da başka ödüllere
adaylığı var. Birkaç sahnede iyi olmak için çok uğraşmış sanki ve bu yüzden de
biraz göze batıyordu ancak onların dışında ben beğendim performansını. Filmdeki
diğer oyuncular yani Kate Bosworth ve
Hunter Parrish de gayet iyi
performans sergilemişlerdi. Aile fertleri arasında çok iyi bir uyum
oluşturmuşlardı.
Film sade ve akıcı bir işleyişe sahip olduğu için çok rahat izleniyor. Ben
hiç sıkılmadan, merakla izledim. Filmin güzel bir diğer yanı ise Alzheimer ile ilgili ilginç bilgiler de
vermesi. Aşağı yukarı herkesin bildiği noktalar vardır tabii ki ama benim yeni
öğrendiğim detaylar oldu. Mesela Alice
gibi iyi eğitim görmüş kişilerde daha hızlı ilerleyebiliyormuş hastalık. Ayrıca
iyi eğitimli kişilerin kelime haznesi çok geniş olabildiğinden, bir kelimeyi
unuttuklarında yerine başka bir kelime koyabiliyorlar ve böylece hastalık daha
geç fark edilebiliyor belki de.
Son olarak benim size tavsiyem ise bu filmi mutlaka izlemeniz. Filmi
izlemek için bir sürü neden sayabilirim ama film sadece Julianne Moore için bile izlenebilir. Film bittikten sonra eminim
ki siz de Julianne Moore’a hayran
kalacak ve benim gibi onu zaten seviyorsanız daha çok sevmeye başlayacaksınız. Filmin
akıcı işleyişi de sıkılmadan izlemenize olanak sağlıyor. Kısacası Still Alice’i mutlaka izleyin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder