“Filmler acıdan ve hiçlikten kurtulmanın mümkün olduğu, duygusal ve
entelektüel topraklarda yol bulmayı sağlayan birer harita.” demişti efsane
sinemacı John Cassevetes. Bu bana
çok güzel ve çok da doğru gelen bir söz olmuştur hep. Son zamanlarda her şeyin
harika olduğu ve hiçbir derdimizin kalmadığı günlerden geçtiğimizi söylesek
yalan olur. Bu durum sadece Türkiye için değil tüm dünya için de geçerli bir
durum. İnsanlar artık güzel şeylerden konuşmaktan, güzel şeyleri paylaşmaktan
utanır oldu. Ancak herkesin kaçış aradığı ve bir umut bulmak istediği gibi de
bir gerçek var ortada. Kimilerine göre bu kaçış bir şarkıyla, kimilerine göre
bir kitapla, kimilerine göre bir filmle ve kimilerine göre ise bir oyunla bile
olabilmekte. Bana göre ise Cassevetes’in
dediği gibi filmlerdir en iyi kaçış şekli. Sanatın tüm dallarının muhteşem bir
ahenkle birleştiği, hayran olacağınız ve sizi günlük yaşamınızdan
uzaklaştırarak bir umut bulmanızı sağlayacak, size ilham verebilecek bir film
her dönem çıkmakta. İşte dünyada her şeyin mutsuzluk, umutsuzluk ve
karamsarlıkla kaplı olduğu bu dönemde de La
La Land çıktı ve herkesin sevgilisi oldu.
İlk Taslak
Kitap, dizi, film, müzik, spor... incelemeleri blogu.
25 Aralık 2016 Pazar
8 Kasım 2016 Salı
Kesinlikle İzlemelisin: Doctor Strange (2016)
Son dönemde çizgi roman
filmlerinin, özellikle de Marvel Sinematik Evreni’nin (MCU) sinema dünyasında çok önemli bir
yer tuttuğu artık su götürmez bir gerçek. Marvel’in
kurduğu bu harika sinematik evren her geçen yıl daha da iyiye gitmekte, her
gelen filmle izleyiciyi daha da etkilemekte. Öyle ki yakın zamanda vizyona
giren filmler Marvel’in en iyi işi
denilebilecek nitelikteydi. Bu sene izleme şansı bulduğumuz Deadpool ve Captain America: Civil War (ben de dahil) birçok kişiye göre Marvel’in en iyi işlerindendi. Bu
ikiliye Marvel’in uzun zamandır beklenen ve bana göre son harikası
olmayı da başaran Doctor Strange
de katıldı bence. Hatta hikayesi ve özellikle de felsefesiyle tüm MCU
filmlerinden ayrılan Doctor Strange Marvel’in en iyisi olabilir. En azından
bu türü sevmeyenlerin bile sevebileceği, görsellikte çığır açan ve oldukça
yüksek bir seyir zevkine sahip bir film var karşımızda. Müthiş aksiyon
sekansları ve Inception’ı andıran
görselliği ile izleyen herkes için nefesini kesici bir tecrübe olacağı kesin
gibi. Filmi IMAX’te izlemek ise alacağınız keyfi kat be kat arttıracaktır, ben
3D ve IMAX’in hakkını bu kadar iyi veren başka bir film izlediğimi
hatırlamıyorum açıkçası.
16 Ekim 2016 Pazar
Kesinlikle İzlemelisin: Arrival (Filmekimi 2016)
Arrival her anıyla büyüleyen, tam anlamıyla bir rüyadaymış hissi
veren ve inanılmaz derecede zarif bir bilimkurgu. Uzaylıları konu almasına
rağmen bu konuyu işleyen filmlerden neredeyse her konuda farklılaşmayı başaran
ve hiçbir klişeyi içinde bulundurmayan güçlü ve duyguları derinden etkileyen
bir başyapıt. Filmde muhteşem müziklere ve şiirsel görselliğe ek olarak ise ana
karakterimizi canlandıran Amy Adams’ın
muhteşemliği ve içine Nolan, Kubrick ve Malick kaçmış hissi veren Denis
Villeneuve’nin dillere destan, müthiş yönetmenliği var. Ted Chiang’ın Story of Your Life isimli eserinden uyarlanan Arrival, benim çok uzun zamandır bir filmi izleyip de hissetmediğim
heyecanı ve duyguyu bana yaşatmayı başardı. Bu eşsiz sinema güzelliğini izledikten
sonra tam anlamıyla mest oldum.
8 Ekim 2016 Cumartesi
Film/Arşiv: The Happiest Day in the Life of Olli Maki (Filmekimi 2016)
Uzun zamandır heyecanla yolunu
gözlediğim Filmekimi dün başladı ve
ben de bugün ilk filmimi izleyerek bu festivale tam anlamıyla başlamış oldum. Daha adını gördüğüm anda ilgimi çeken The Happiest Day in the Life of Olli Maki
yani Olli Maki’nin En Mutlu Günü bu
sene harika filmlerin gösterildiği Cannes
Film Festivali’nin Un Certain Regard
(Belirli Bir Bakış) bölümünde
gösterilip bölümün En İyi Film ödülünü kapmış Finlandiya yapımı bir film. Bir
spor filmi olarak tanımlayabileceğim bu film alıştığımız spor filmlerine hiç
benzemeyen yapısıyla dikkat çekiyor. Örneğine pek rastlanmayan bu boks filmi
Finlandiya’nın da bu seneki Oscar aday adayı oldu ve bence son 9’a kalıp En İyi
Yabancı Film dalında yarışabilecek kadar harika bir filmdi, en azından ben sona
kalmasını çok isterim.
Film/İnceleme: The Girl on the Train (2016)
Yılın en merakla beklediğim
uygulamalarından biri olan The Girl on
the Train (Trendeki Kız) sonunda vizyona girdi. Başrolünde Emily Blunt’ın olduğu filmin Haley
Bennett, Rebecca Ferguson, Luke Evans ve Justin Theroux gibi tanıdık isimlere sahip
güzel de bir kadrosu var. Paula Hawkins’in
çok sevdiğim aynı isimli romanından uyarlanan The Girl on the Train, yönetimini çok sevmediğim halde büyük oranda
kitaba sadık kalınarak uyarlanmasını taktir ettiğim ve Emily Blunt’ın mükemmel
oyunculuğuna bayıldığım bir film oldu. Eğer yakın zamanda sinemaya gitmek gibi
bir niyetiniz varsa bunu bir düşünün derim.
Etiketler:
Allison Janney,
Edgar Ramirez,
Emily Blunt,
Haley Bennett,
Justin Theroux,
Luke Evans,
Paula Hawkins,
Rebecca Ferguson,
Tate Taylor,
The Girl on the Train,
Trendeki Kız
28 Ağustos 2016 Pazar
Müzik/Arşiv: Florence + The Machine [F+TM]
Bugün en sevdiğim müzisyenin
doğum günü. Florence + The Machine’in
muhteşem solisti Florence Welch 30
yaşına girdi. Farklı sesi, müthiş kişiliği ve ikonik stiliyle bana ilham veren ve beni her zaman etkileyen Florence Welch’e olan hayranlığımı herkese bahsetmişimdir zaten.
Bugünün anlamı nedeniyle de gelmiş geçmiş en muhteşem müzisyenlerden biri olan Florence Welch ve harika grubu ile
ilgili hem ilginç hem de harika bulduğum bazı şeyleri yazmak istedim. Onunla
ilgili anlatabileceğim birçok şey olsa da ne kadar sevdiğimi anlatamam sanırım. Her şeyiyle birlikte gerçek bir sanatçı olan Florence Welch, uzun zamandır hayatımda önemli etkisi olan
sanatçıların başında geliyor. Umarım bu yazım sizlerin de değeri çok bilinmeyen muhteşem Florence Welch'i daha iyi tanımanızı
ve az da olsa sevmenizi sağlar. Benim tüm şarkılarını bu kadar sevdiğim başka
bir müzisyen yok mesela.
Etiketler:
2016,
Arşiv,
birthday,
Ceremonials,
Florence + The Machine,
Florence Welch,
How Big How Blue How Beautiful,
Isabella Summers,
Kesinlikle Dinlemelisin,
Lungs,
Müzik,
The Odyssey
18 Ağustos 2016 Perşembe
Müzik/Arşiv: Joss Stone İstanbul Konseri (2016)
Yaza başlarken heyecanla beklenen birçok kültür-sanat etkinliği vardı. Bir
sürü müthiş etkinliğin arasından özellikle bazı konserler benim için oldukça mutluluk
ve heyecan vericiydi. Başta yıllardır canlı izlemeyi istediğim Muse olmak üzere Sia, Two Door Cinema Club
gibi çok sevdiğim bir sürü müzisyeni izleme şansı yakalayacaktım. Ancak her şey
beklenmedik bir şekilde değişti. O dönemde yaşanan oldukça üzücü bazı olaylar
birçok etkinliğin iptaline neden oldu. Two
Door Cinema Club, Muse, Skunk Anansie, Steve Vai ve Joan Baez konserlerini iptal edenlerden sadece bazılarıydı. Geçen haftalarda
ise izlemek istediğim bir diğer müzisyen Sia
da bu iptal grubuna katıldı ve konserini iptal ettiğini açıkladı. Bu
konserlerin iptalini haklı bulan da var bulmayan da. Mesela siz öyle dönemlerde
müzik ve festival mi konuşulur diye düşünebilirsiniz belki ama ben kültür-sanat
etkinliklerinin herkes için farklı anlamlara sahip olduğunu düşünürüm hep. Yani
bana göre bir konserde geçirilecek 2-3 saat birilerinin kafasını dağıtmasına
veya kafasını toplamasına yardım edebilir. Ayrıca müzik de iyileştirici güce
sahip sanat dallarından sadece biridir bence. İşte bu nedenle Joan Baez’in sonradan özür dilemek
zorunda kaldığı abartılı açıklamasından tutun da yıllardır bekleyip, 4 ay kadar
önceden de biletini alarak çok heyecanlandığım ama son anda iptal olduğu için
gidemediğim Muse konseri için
yaşadığım hayal kırıklığına kadar olan birçok şey beni hepten üzmüştü. Şimdi benim
bunları neden yazdığımı düşünüyorsanız öncelikle şunu belirtmeliyim amacım
gelmeyenlere sitem etmek veya birilerine yüklenmek değil aslında. Asıl amacım
bu tür etkinliklerin sevgi, barış, mutluluk ve daha birçok güzel şeye sebep
olabileceğini belirtmek. Bunun da en güzel örneği de Joss Stone’un bu çok ama
çok özel konser oldu. Konser olalı yaklaşık 1 ay oldu, biraz geç kaldım ancak yine
de bu yazımı tamamlamaya karar verdim. Bunun nedeni hem benim bu güzel anıyı
olabildiğince iyi aktarmayı hem de konsere gidenlerin hatırlamasını,
gitmeyenlerin ise mutlaka bilmesini sağlamak istememden kaynaklanıyor. Ayrıca
hala bu yaz olan en güzel şeylerden de biridir bu konser benim için. Gerçekten
de çok özel bir geceydi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)