Bugün en sevdiğim müzisyenin
doğum günü. Florence + The Machine’in
muhteşem solisti Florence Welch 30
yaşına girdi. Farklı sesi, müthiş kişiliği ve ikonik stiliyle bana ilham veren ve beni her zaman etkileyen Florence Welch’e olan hayranlığımı herkese bahsetmişimdir zaten.
Bugünün anlamı nedeniyle de gelmiş geçmiş en muhteşem müzisyenlerden biri olan Florence Welch ve harika grubu ile
ilgili hem ilginç hem de harika bulduğum bazı şeyleri yazmak istedim. Onunla
ilgili anlatabileceğim birçok şey olsa da ne kadar sevdiğimi anlatamam sanırım. Her şeyiyle birlikte gerçek bir sanatçı olan Florence Welch, uzun zamandır hayatımda önemli etkisi olan
sanatçıların başında geliyor. Umarım bu yazım sizlerin de değeri çok bilinmeyen muhteşem Florence Welch'i daha iyi tanımanızı
ve az da olsa sevmenizi sağlar. Benim tüm şarkılarını bu kadar sevdiğim başka
bir müzisyen yok mesela.
İlk olarak bilmeyenleriniz varsa Florence Welch’in İngiliz olduğunu
söylemeliyim. Neden bu önemli çünkü tüm zamanların en muhteşem müzisyenlerinin
birçoğu oradan çıkmıştır ve bence Florence
da bu efsanelerin arasına girmeyi hak edecek kadar yetenekli. Sesi çok farklı
ve çok da harikadır, hem güçlü hem de yumuşak olabiliyor. Eğer az da olsa
onu dinlemişseniz yüksek sesle şarkı söylemeyi de sevdiğini bilirsiniz. Aslında
söylediğine göre yüksek sesle söylemesi kariyerinin başında şarkı söylediği
kulüplerde dikkati üzerine çekmek istemesinden kaynaklanıyormuş. Ben açıkçası
müzik tarzına, sesini kullanış biçimine bayılıyorum. Gerçekten de son yılların
en karakteristik ve en akılda kalıcı şarkıcılarından biri.
Söz yazarlığı konusunda da ne kadar inanılmaz
olduğunu ve sürekli harika şarkılar üretebileceğini de birçok kez gösterdi bile. Şarkılarının hepsi zekice, vurucu ve etkileyici sözlere sahip. Hep
farklı şeyler denemeye de çalışıyor. Ara sıra da yazdığı şiirleri şarkıya çeviriyor,
mesela son albümü How Big, How Blue, How Beautiful’daki Queen of Peace yazdığı
bir şiir sonucu ortaya çıkmış ki bence bu şarkı başlı başına ayrı ve özel bir
hikaye anlatır zaten. Her şarkısında şiirsellik ve gizemli bir yön de var. Ayrıca aynı
şarkıyı farklı yerde, farklı zamanda ve farklı ruh halinde dinlediğinizde çok
farklı şeyler de hissedebiliyorsunuz.
Muhteşem bir ses ve harika söz
yazarlığı ise onun en önemli özelliklerinden sadece ikisi. En önemli
özelliklerinden bir diğeri de muhteşem canlı performanslarıdır. Zaten son albümü
için grubuyla çıktığı dünya turuyla birlikte bu konuda gelmiş geçmiş en müzisyenlerden
biri olduğunu gördük. Muhteşem sesi, canlılığı, bir yandan diğer yana
koşması başta olmak üzere sahnede yaptığı her şey beni çok heyecanlandırıyor.
Tüm hareketleri ile şarkılarını tam anlamıyla yaşıyor ve seyircileri de kendine
bağlayıp her anı onlara da yaşatıyor. Florence
+ The Machine konserlerinde sahne Florence
Welch’in sayesinde tam anlamıyla bir tiyatro sahnesine dönüyor, son albümü
ile bunu daha da iyi anladık. Ayrıca sahne koreografisi de tam anlamıyla nefes
kesiciydi. Bence onun canlı performansı görülebilecek en muhteşem canlı
performanstır. Henüz onu canlı izleme fırsatı bulamasam da konser videolarını sürekli
izliyorum neredeyse ve gerçekten de şu an müzik endüstrisinde bulunan isimler
arasında en müthiş canlı performansların Florence
+ The Machine'den geldiğini söyleyebilirim. Resmen başlı başına çok
özel ve farklı bir etkinlik bu konserler.
Florence Welch ile ilgili en dikkat çekici şeylerden biri de
stilidir aslında. Kızıl saçları ve farklı tarzıyla tanınır. Ancak en dikkat
çeken özelliği olan kızıl saçları aslında gerçek saç rengi değildir, normalde
kahverengiymiş ve uzun zamandır kızıl olacak şekilde boyuyormuş.
Bununla ilgili ise neredeyse önceki halini hatırlamıyorum bile, bu benim kimliğimin
bir parçası artık diyor. Bence bu saç gerçekten de bir başkasına bu kadar uyamaz ve
bu kadar yakışamazdı.
Giyimi ise apayrı bir konudur, tam anlamıyla stil ikonu diyebileceğim bir tarzı var. Hatta Gucci’nin
ona özel tasarladığı bir giyim koleksiyonu var ve birbirinden harika kıyafetler
var bu müthiş koleksiyonda. Fakat bunlar ancak Florence Welch’te bu kadar muhteşem durabilecek kıyafetler. Gucci Florence Welch’i hem ikinci Florence + The Machine albümü olan Ceremonials’ın hem de son
albümün turunda giydirmişti. Florence
hem giyim stili hem de müzik tarzı olarak ise Stevie Nicks’ten etkilendiğini söyler
ki eğer internette Stevie Nicks’i ararsanız giyim konusunda ne kadar benzediklerini
görebilirsiniz gerçekten de.
Florence'in birbirinden muhteşem dövmeleri de var. Hepsi muhteşem olsa da ben özellikle parmağındaki dövmelere bayılıyorum. Bir elindeki kuş kafesi dövmesi ile daha yakın zamanda diğer eline yaptırdığı üçgen dövmeleri de kendisiyle özdeşleşti zaten. İkisi de çok meşhur ve ikonik hale geldi bir anda. Benim de favorilerim orta parmaklarındaki bu iki harika dövme.
Florence'in birbirinden muhteşem dövmeleri de var. Hepsi muhteşem olsa da ben özellikle parmağındaki dövmelere bayılıyorum. Bir elindeki kuş kafesi dövmesi ile daha yakın zamanda diğer eline yaptırdığı üçgen dövmeleri de kendisiyle özdeşleşti zaten. İkisi de çok meşhur ve ikonik hale geldi bir anda. Benim de favorilerim orta parmaklarındaki bu iki harika dövme.
Florence + The Machine’in diğer yarısı olan Isabella Summers’tan namı diğer (Isabella Machine)'den az da olsa
bahsetmesem olmaz. Grubun piyanisti olan Isabella aslında grubun kurulmasında da en
önemli etkenlerden biridir. Isabella
ile Florence’in tanışma hikayeleri ise oldukça güzel, Isabella gençken
Florence’in kardeşine bakıcılık
yapıyormuş ve bu şekilde tanışmışlar. Sonrasında ise Isabella, Florence’i şarkı
söylerken duyup ondan çok etkilenmiş ve onu beraber müzik yapmaya davet etmiş. Florence’in yazdığı sözler ile Isabella’nın yarattığı melodiler
birleşince de ortaya bu harika ikili çıkmış işte. Şarkı sözleri de yazan Isabella’nın müzik yetenekleri o kadar
iyiymiş ki Florence ona Isabella Machine adını takmış ve kendi takma adı da Florence Robot'muş o dönem. Böylece grubun
ilk kurulduğu zamanki ismi de Florence
Robot/Isa Machine olmuş ancak bu isim Florence’a çok uzun geliyormuş hatta
beni delirtiyordu bu isim de der. Bu nedenle sonraları grubun ismi kısaltılmış ve bizim bildiğimiz Florence + The Machine halini almış.
Benim bu çok sevdiğim müzisyen ve
harika grubuyla tanışmam ise tahmin edebileceğinizden geç oldu aslında. 2010,
2011’de birkaç şarkılarını duymuştum ancak o zaman çok da dikkat etmemiştim
sanırım. Asıl tanışmamız 2012 yılında Breath of Life’ı dinlememle oldu
diyebilirim çünkü o şarkıyı ilk dinleyişimi çok net hatırlıyorum. Şarkıyı ilk
duyduğumda tam anlamıyla büyülenmiştim, her şeyi harikaydı. Orkestra ile oluşturulmuş
muhteşem müziği, harika sözleri ve Florence’in
müthiş sesi. Hala da en güçlü ve en büyük Florence +
The Machine şarkılarından biri olduğunu düşünürüm zaten ve favorilerimden
de biridir.
Isabella ve Florence’in birlikte
yazdığı bu müthiş şarkı o sene çıkan Snow White and the Huntsman filminin ana şarkısı
olarak kullanılmıştı ve bence bu filmle ilgili en güzel şey de açık ara farkla
bu şarkıdır. Filmi sevmemi sağlayan asıl nedenlerden biri de bu şarkı ile
birlikte bana Florence + The Machine’i
sevdirmesidir. Bu muhteşem şarkıyı dinledikten sonra sizin de ona hayran
kalmanız çok muhtemel. Ben bu şarkıdan sonra grubun diğer şarkılarını dinleyip Florence Welch’e daha da hayran
olmuştum.
Grubun muhteşem albümlerinden
bahsetmeden önce bir Florence Welch’in
çok güzel bir başka özelliğinden bahsetmek istiyorum. Florence kitapları çok seven bir isim ve 2012’de de bununla ilgili bir
tweet atmış. Bunu gören bir hayranı ise ona hayranlarına kitap önerisinde
bulunabileceği bir kitap kulübü kurmanın çok güzel olabileceğini belirttiği bir
tweet atmış. Leah Moloney isimli bu hayranı Florence’dan herhangi bir cevap beklemezken cevap gelmiş ve Florence bu
konuda ona yardım etmek istediğini söylemiş.
Böylece Between Two Books isimli
kitap kulübü kurulmuş ve şu an Instagram’da yaklaşık 50 bin takipçiye sahip. 4 yıl içinde Florence ve hayranları Patti
Smith’in muhteşem kitabı Çoluk Çocuk (Just Kids)’de dahil olmak üzere beraber 18
kitap okumuşlar. Bu kitapların arasında benim en çok ilgimi çeken Patti Smith
kitapları oldu çünkü kendisini çok severim ve Florence’da en çok etkilendiği isimler arasında onu gösteriyor ki bu da çok güzel bir şey. Bu
harika kitap kulübünün üyeleri arasında birçok ünlü isim de var aslında. Mesela en
sevdiğim oyunculardan biri olan Brie Larson var ve o bu isimlerden sadece biri.
Grubun üç tane albümü var ve
hepsi birbirinden harikadır. 2009’da
çıkan ilk albümleri Lungs, bana göre
tüm zamanların en iyi çıkış albümlerinden biridir. Dünyada birçok listede bir
numaraya yerleşen bu müthiş albüm 2009 – 2010 yıllarında da İngiltere’nin
en çok satan albümü olmayı başarmıştı. İlk şarkıdan son şarkıya kadar çok
farklı heyecanlar yaşamanızı sağlayacak bir albümdür Lungs. Ben ilk dinlediğimde her şarkıyla birlikte Florence’a olan hayranlığımın nasıl da
arttığını iyi hatırlarım. İlk dinleyişimde bile favori albümüm olmuştu. Albümü dinlemem bittiğinde de artık Florence benim için gelmiş
geçmiş en müthiş vokal olmuştu.
Lungs’tan iki yıl sonra gelen Ceremonials
albümü ise grubun artık dünyada daha hatırı sayılır bir hayran kitlesi oluşturmasını sağlamıştır. Müthiş ilk albümün üstüne bunu dinleyince Florence’ı daha da bir şekilde daha da çok sevebilmiştim. Bu albümü dinledikten
sonra başka hiçbir şey dinleyemez olmuştum hatta. Geçenlerde de albümün plağını aldım ve tahmin edersiniz ki anında en sevdiğim plak oldu. O plağı açıp da şarkıları bir kez de
pikabımda dinlediğim an gerçekten çok özel bir andı. Albümü bir kere de öyle
dinleyince başka birinin bu şarkıları asla hakkını vererek söyleyemeyeceğini daha
iyi bir şekilde anladım.
Son albüm How Big, How Blue, How
Beautiful ise tam anlamıyla farklı bir hikayedir. Bu albümle beraber Florence Welch benim için efsane
statüsüne yükseldi. Albümden yayınlanan ilk şarkıyı albüm çıkana kadar sürekli
dinlediğimi bilirim. Sırf o şarkı bile onu artık bir efsane olarak görmeme yeterdi. Bu müthiş albüm tamamen onun liderliği, yaratıcılığı ve yeteneğiyle oluşmuş bir albüm zaten.
Bu albümün öncesinde Florence fantastik
ve kurgusal bir dünyaya kaçmak yerine kendisiyle ve dünyanın tüm gerçekliği ile
yüzleşmiş. Çünkü artık büyümüş ve olgunlaşmıştı. Bu çok özel ve kişisel tecrübelerinin
meyveleri de son albümde kendini gösterdi. Ortaya çıkan sonuç ise gerçekten harikaydı.
Florence son albümündeki şarkılar ile ilgili ilginç birinden,
ilginç bir tavsiye de almış aslında. Arkadaşlarından biri olan Taylor Swift ona tıpkı kendisi gibi yaşadığı şeyler hakkında yazmasını söylemiş. Zaten son albümü de en dürüst, en
güçlü ve en kişisel albümüydü. Bu muhteşem albümün oluşmasında az da olsa
katkısı olan Taylor Swift’e teşekkür edebiliriz bence.
Gelelim muhteşem şarkılarına. Şarkıların hem albüm versiyonlarına hem de canlı performanslarına bayıldığım için orijinal hallerinin yanında aralara yıllar boyu sergilediği harika canlı performanslarından en aklımda
kalanlarından bazılarını da ekledim. İlk albümlerinin en güzel şarkılarından biri
olan Dog Days Are Over ile başlayayım. Bu şarkı hala grubun en bilinen ve sevilen
şarkılarından biridir. Normalde albümdeki versiyonu çok canlı, eğlenceli ve
hareketli olsa da 2009’daki bu müthiş performansıyla birlikte Florence, normalde pozitif ve
optimistik bir havası şarkıya karanlık ve daha duygusal bir hava katmıştı. Sonuçta
ise ortaya çok etkileyici bir canlı performans çıkmıştı.
Florence + The Machine’in en muhteşem performanslarından biri ise 2010 MTV Video Müzik Ödülleri’nde Dog Days Are Over’ın söylediği
performanstır bence. Bu performansı albüm versiyonuna daha yakındır ancak ondan
kat be kat iyidir bence. Florence’in
vokal yetenekleri yine zirveye çıkar burada. Ayrıca sahne şovu da gerçekten
inanılmazdır. Çılgın kıyafetler ile harika dansçılar ve koreografi, o dönem belki de herkesin çok
iyi bilip sevdiği bu şarkı da birleşince ortaya tam anlamıyla bir müzik şöleni
çıkar. Bu performans sadece Florence + The
Machine’in değil MTV’in de klasikleşmiş,
efsane olmuş performanslarından biridir. Benim de izlemeyi en
sevdiklerimdendir.
Albüm versiyonundan daha farklı
olan ve yine muhteşem olan bir başka performans daha var. Rabbit
Heart (Raise It Up)’ın bu performansı Florence’in
normaldekinden daha yumuşak bir şekilde kullandığı sesinin ve buna ek olarak da şarkının müthiş melodisinin daha ön planda çıktığı mutlaka izlenmesi gereken harika bir performans.
İlk albümden My Boy Builds
Coffins’in bu versiyonuna da bayılmıştım çünkü bu video daha grubun 1 yıllık
beraberliğinden sonra çekilmiş ve Florence videonun başında albümle ilgili konuştuktan sonra şarkıyı söylüyor, hem de bir parkta! Şu an böyle bir şey yapsa
neler olur düşünemiyorum bile.
Kiss with a Fist ise grubun resmi olrak çıkardığı ilk şarkıdır ve bence en
ilginç şarkılarından da biri. Şarkının sözlerinden ilk başta şiddetle ilgili bir şeyler
anlattığı düşünülebilir ancak aslında bir aşk şarkısı olduğunu belirtiyor Florence. Sözleri bir aşk şarkısı için gerçekten
çok ilginçtir ama çok akılda kalıcı ve gerçekten de eğlenceli bir şarkıdır. Bu ilginç şarkı
ilk önce daha değişik bir şekilde başlamış aslında hatta adı da Happy Slap’miş ancak sonra daha farklı hale bürününce adını da Kiss with a Fist olarak değiştirmişler.
You’ve Got the Love ise benim tüm versiyonlarına bayıldığım şarkılardan biri ve bunun nedeni de Florence
+ The Machine tabii ki. Şarkının orijinali 1986’da Candi Station
tarafından çıkarılmış. Ancak çok sevdiğim bir başka şarkıcı olan Joss Stone ile Florence + The Machine’in versiyonları favorilerimdir, bana şarkıyı sevdiren de Florence + The Machine'dir.
Bu şarkı Florence Welch’in de en
sevdiği şarkılardan biriymiş zaten ki en müthiş cover’larından da biri bence.
Drumming Song ise en sevdiğim şarkılardan biridir. Florence’in bateri ritimlerini çok
sevdiği bilinir ve bence tüm zamanların en akılda kalıcı ve etkileyici bateri kullanımlarından
biri bu şarkıdadır, gerçekten de muhteşem bir melodisi var. Bu şarkının performansı ise konserlerde de en
sevilen performanslarından biridir ve zaten genelde de konserini bununla
kapatır.
Ceremonials’ın en etkileyici şarkılarından biri olan Never Let Me
Go’nun Royal Albert Hall’daki orkestra ile desteklenen Florence’in şarkıyı normalden daha yumuşak bir sesle söylediği bu muhteşem
performansı da mutlaka izlenmesi gereken Florence
+ The Machine performanslarından biridir. Bence çok fazla söze de gerek yok, albümün en güçlü şarkılarından biri olan Never Let Me Go'yu bu şekilde izleyin yeter.
SNL tarihinin en harika
performanslarından biri de Ceremonials’ın açılış şarkısı olan Shake It Out'ın bu performansıdır.Bu da şarkıyı Florence'ın yine normalden daha yumuşak
bir ses tonuyla söylediği ama yine her zamanki gibi güçlü olan bir performanstır bu
da.
Radio City’deki konserindeki en harika performanslarından biri de Shake It Out’ın performansıdır. Florence burada da her zamanki gibi
güçlü ve etkileyici bir performans gösterirken şarkı süresince ara sıra seyirci
ile de etkileşim içine girip onları da kendisine katılmaya davet ediyor. Bu
şarkının sonlarına doğru ise vokal yeteneklerinin ne kadar harika olduğunu bir
kez daha görüyoruz.
Lover To Lover da benim bir ara
sürekli dinlediğim şarkılardan biriydi. Bu videodaki performans ise tam olarak harika hem görsel, hem de müziksel açıdan.
Lover To Lover en bilinen Florence
+ The Machine şarkılarından biri olmasa da en hareketli şarkılarından biridir bu
özelliği de canlı performanslarda Florence’ın
o çok bilinen canlı, coşkulu performanslarını sergilemesine iyi olanak sağlıyor. 2012’de O2 Arena’daki bu muhteşem performansı da bunun bir örneği.
No Light, No Light ise Florence Welch’in müthiş vokal
yeteneklerinin en iyi sergilendiği şarkılardan biridir. Şarkının sonlarındaki
bir kısımda uzattığı öyle bir yer var ki orayı her dinlediğimde kendimden
geçiyorum zaten. Bu da SNL'deki müthiş performanslarından bir diğeri.
Son albümün yayınlanan ve benim de delicesine dinlediğim ilk şarkısı What Kind of Man’di. Şarkının sessiz ve bir o kadar da yumuşak olan girişini çok severim ve ardından gelen gitar ritimleri ile de tam anlamıyla mest oluyorum her dinlediğimde. Bu performans ise Florence’in bir konserde ayağını kırmasından sonra çıktığı performanslardan biri. Şarkıdaki melodramı ise alışık olduğumuz içten ve güçlü performansı ile burada da hissettiriyor.
Delilah ise en sevdiğim Florence + The Machine şarkısıdır. İlk
dinlemem bitince üstüne 2-3 kez daha dinlemiş ve her seferinde daha da
bayılmıştım, hala da en çok dinlediğim şarkıdır. Sonraları ise işte Glastonbury’deki bu muhteşem performansını izledim
ve daha da bayıldım. Bahsettiğim inanılmaz konser performanslarından biri de budur. Buradaki canlılığı, hareketliği her izlediğimde beni etkiliyor, bu performansı gerçekten müthiş bir şey.
Şiirden şarkıya dönüştürdüğü
Queen of Peace’in Glastonbury’deki bu performansı ise tıpkı şarkı gibi şiirsel. Ayrıca çok da tiyatral. Benim için tüm zamanların en harika konser videolarından biridir. Sırf bu videoyu ne kadar çok izlediğimi anlatamam size. Gerçekten çok harikadır.
Too Much Is Never Enough ise 2 hafta önce çıkardığı
şarkılardan biri, yeni şarkısı çıktığını duyduğumda çok sevinmiş. Şarkıyı dinlediğimde de bayıldım, yine harika şeyler yapmış. Bu şarkı aslında en sevdiği oyun serisi olan Final Fantasy’in son oyunu için yaptığı üç müthiş şarkıdan biri.
Final Fantasy için çıkardığı şarkılardan bir başkası da tüm zamanların en ünlü şarkılarından biri olan Stand By Me için olan bu inanılmaz cover'dı. Bu cover sayesinde zaten çok sevdiğim bu şarkıyı daha da çok sevmemi sağladı Florence.
Final Fantasy için çıkardığı şarkılardan bir başkası da tüm zamanların en ünlü şarkılarından biri olan Stand By Me için olan bu inanılmaz cover'dı. Bu cover sayesinde zaten çok sevdiğim bu şarkıyı daha da çok sevmemi sağladı Florence.
Bu yazımı ise son yıllarda müzik
dünyasında çıkmış en muhteşem işlerden biri olarak gördüğüm The Odyssey ile
bitirmek istedim. The Odyssey grubun son albümü How Big, How Blue, How
Beautiful için çıkarılmış bir kısa film ve Florence'in belki de en içten, en kişisel tecrüübesi. Aslında albümdeki şarkılar için
klipler tek tek çıkarılmıştı ancak sonra hepsinin bir arada olduğu bu muhteşem
kısa film yayınlandı. Bu benim son yıllarda gördüğüm en harika şeylerden biriydi.
Şarkılara zaten bayılıyordum ve klipleri de çok sevmiştim ama hepsini bir arada
görmek çok farklı bir duyguydu, çok farklı şeyler hissettirdi çünkü artık bunlardaki anlamı daha iyi anlamıştım. Kısa filmin hikayesi harika, sinematografisi ve
koreografileri müthiş ve Florence Welch'i
de tabii ki mükemmeldi. Her zamanki gibi tiyatral, duygusal ve melankolik ama işte
harika ya!
Florence Welch değeri yeterince bilinmeyen isimlerin başında geliyor bence çünkü gerçekten tüm zamanların en muhteşem sanatçılarından biri. Daha bahsedilecek birçok harika özelliği ve birçok da harika şarkısı var. Zaten dedim ya tüm şarkılarını severim diye, açıp hepsini dinlemenizi de öneririm. Bu yazımla ben sizlere onun ne kadar harika olduğunu az da olsa anlatmaya çalıştım, umarım başarılı olmuşumdur ve siz de onu az da olsa sevmişsinizdir.
Florence Welch değeri yeterince bilinmeyen isimlerin başında geliyor bence çünkü gerçekten tüm zamanların en muhteşem sanatçılarından biri. Daha bahsedilecek birçok harika özelliği ve birçok da harika şarkısı var. Zaten dedim ya tüm şarkılarını severim diye, açıp hepsini dinlemenizi de öneririm. Bu yazımla ben sizlere onun ne kadar harika olduğunu az da olsa anlatmaya çalıştım, umarım başarılı olmuşumdur ve siz de onu az da olsa sevmişsinizdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder