28 Ağustos 2016 Pazar

Müzik/Arşiv: Florence + The Machine [F+TM]



Bugün en sevdiğim müzisyenin doğum günü. Florence + The Machine’in muhteşem solisti Florence Welch 30 yaşına girdi. Farklı sesi, müthiş kişiliği ve ikonik stiliyle bana ilham veren ve beni her zaman etkileyen Florence Welch’e olan hayranlığımı herkese bahsetmişimdir zaten. Bugünün anlamı nedeniyle de gelmiş geçmiş en muhteşem müzisyenlerden biri olan Florence Welch ve harika grubu ile ilgili hem ilginç hem de harika bulduğum bazı şeyleri yazmak istedim. Onunla ilgili anlatabileceğim birçok şey olsa da ne kadar sevdiğimi anlatamam sanırım. Her şeyiyle birlikte gerçek bir sanatçı olan Florence Welch, uzun zamandır hayatımda önemli etkisi olan sanatçıların başında geliyor. Umarım bu yazım sizlerin de değeri çok bilinmeyen muhteşem Florence Welch'i daha iyi tanımanızı ve az da olsa sevmenizi sağlar. Benim tüm şarkılarını bu kadar sevdiğim başka bir müzisyen yok mesela.


İlk olarak bilmeyenleriniz varsa Florence Welch’in İngiliz olduğunu söylemeliyim. Neden bu önemli çünkü tüm zamanların en muhteşem müzisyenlerinin birçoğu oradan çıkmıştır ve bence Florence da bu efsanelerin arasına girmeyi hak edecek kadar yetenekli. Sesi çok farklı ve çok da harikadır, hem güçlü hem de yumuşak olabiliyor. Eğer az da olsa onu dinlemişseniz yüksek sesle şarkı söylemeyi de sevdiğini bilirsiniz. Aslında söylediğine göre yüksek sesle söylemesi kariyerinin başında şarkı söylediği kulüplerde dikkati üzerine çekmek istemesinden kaynaklanıyormuş. Ben açıkçası müzik tarzına, sesini kullanış biçimine bayılıyorum. Gerçekten de son yılların en karakteristik ve en akılda kalıcı şarkıcılarından biri.



Söz yazarlığı konusunda da ne kadar inanılmaz olduğunu ve sürekli harika şarkılar üretebileceğini de birçok kez gösterdi bile. Şarkılarının hepsi zekice, vurucu ve etkileyici sözlere sahip. Hep farklı şeyler denemeye de çalışıyor. Ara sıra da yazdığı şiirleri şarkıya çeviriyor, mesela son albümü How Big, How Blue, How Beautiful’daki Queen of Peace yazdığı bir şiir sonucu ortaya çıkmış ki bence bu şarkı başlı başına ayrı ve özel bir hikaye anlatır zaten. Her şarkısında şiirsellik ve gizemli bir yön de var. Ayrıca aynı şarkıyı farklı yerde, farklı zamanda ve farklı ruh halinde dinlediğinizde çok farklı şeyler de hissedebiliyorsunuz.


Muhteşem bir ses ve harika söz yazarlığı ise onun en önemli özelliklerinden sadece ikisi. En önemli özelliklerinden bir diğeri de muhteşem canlı performanslarıdır. Zaten son albümü için grubuyla çıktığı dünya turuyla birlikte bu konuda gelmiş geçmiş en müzisyenlerden biri olduğunu gördük. Muhteşem sesi, canlılığı, bir yandan diğer yana koşması başta olmak üzere sahnede yaptığı her şey beni çok heyecanlandırıyor. Tüm hareketleri ile şarkılarını tam anlamıyla yaşıyor ve seyircileri de kendine bağlayıp her anı onlara da yaşatıyor. Florence + The Machine konserlerinde sahne Florence Welch’in sayesinde tam anlamıyla bir tiyatro sahnesine dönüyor, son albümü ile bunu daha da iyi anladık. Ayrıca sahne koreografisi de tam anlamıyla nefes kesiciydi. Bence onun canlı performansı görülebilecek en muhteşem canlı performanstır. Henüz onu canlı izleme fırsatı bulamasam da konser videolarını sürekli izliyorum neredeyse ve gerçekten de şu an müzik endüstrisinde bulunan isimler arasında en müthiş canlı performansların Florence + The Machine'den geldiğini söyleyebilirim. Resmen başlı başına çok özel ve farklı bir etkinlik bu konserler.


Florence Welch ile ilgili en dikkat çekici şeylerden biri de stilidir aslında. Kızıl saçları ve farklı tarzıyla tanınır. Ancak en dikkat çeken özelliği olan kızıl saçları aslında gerçek saç rengi değildir, normalde kahverengiymiş ve uzun zamandır kızıl olacak şekilde boyuyormuş. Bununla ilgili ise neredeyse önceki halini hatırlamıyorum bile, bu benim kimliğimin bir parçası artık diyor. Bence bu saç gerçekten de bir başkasına bu kadar uyamaz ve bu kadar yakışamazdı. 


Giyimi ise apayrı bir konudur, tam anlamıyla stil ikonu diyebileceğim bir tarzı var. Hatta Gucci’nin ona özel tasarladığı bir giyim koleksiyonu var ve birbirinden harika kıyafetler var bu müthiş koleksiyonda. Fakat bunlar ancak Florence Welch’te bu kadar muhteşem durabilecek kıyafetler. Gucci Florence Welch’i hem ikinci Florence + The Machine albümü olan Ceremonials’ın hem de son albümün turunda giydirmişti. Florence hem giyim stili hem de müzik tarzı olarak ise Stevie Nicks’ten etkilendiğini söyler ki eğer internette Stevie Nicks’i ararsanız giyim konusunda ne kadar benzediklerini görebilirsiniz gerçekten de.



Florence'in birbirinden muhteşem dövmeleri de var. Hepsi muhteşem olsa da ben özellikle parmağındaki dövmelere bayılıyorum. Bir elindeki kuş kafesi dövmesi ile daha yakın zamanda diğer eline yaptırdığı üçgen dövmeleri de kendisiyle özdeşleşti zaten. İkisi de çok meşhur ve ikonik hale geldi bir anda. Benim de favorilerim orta parmaklarındaki bu iki harika dövme.


Florence + The Machine’in diğer yarısı olan Isabella Summers’tan namı diğer (Isabella Machine)'den az da olsa bahsetmesem olmaz. Grubun piyanisti olan Isabella aslında grubun kurulmasında da en önemli etkenlerden biridir. Isabella ile Florence’in tanışma hikayeleri ise oldukça güzel, Isabella gençken Florence’in kardeşine bakıcılık yapıyormuş ve bu şekilde tanışmışlar. Sonrasında ise Isabella, Florence’i şarkı söylerken duyup ondan çok etkilenmiş ve onu beraber müzik yapmaya davet etmiş. Florence’in yazdığı sözler ile Isabella’nın yarattığı melodiler birleşince de ortaya bu harika ikili çıkmış işte. Şarkı sözleri de yazan Isabella’nın müzik yetenekleri o kadar iyiymiş ki Florence ona Isabella Machine adını takmış ve kendi takma adı da Florence Robot'muş o dönem. Böylece grubun ilk kurulduğu zamanki ismi de Florence Robot/Isa Machine olmuş ancak bu isim Florence’a çok uzun geliyormuş hatta beni delirtiyordu bu isim de der. Bu nedenle sonraları grubun ismi kısaltılmış ve bizim bildiğimiz Florence + The Machine halini almış.


Benim bu çok sevdiğim müzisyen ve harika grubuyla tanışmam ise tahmin edebileceğinizden geç oldu aslında. 2010, 2011’de birkaç şarkılarını duymuştum ancak o zaman çok da dikkat etmemiştim sanırım. Asıl tanışmamız 2012 yılında Breath of Life’ı dinlememle oldu diyebilirim çünkü o şarkıyı ilk dinleyişimi çok net hatırlıyorum. Şarkıyı ilk duyduğumda tam anlamıyla büyülenmiştim, her şeyi harikaydı. Orkestra ile oluşturulmuş muhteşem müziği, harika sözleri ve Florence’in müthiş sesi. Hala da en güçlü ve en büyük Florence + The Machine şarkılarından biri olduğunu düşünürüm zaten ve favorilerimden de biridir.


Isabella ve Florence’in birlikte yazdığı bu müthiş şarkı o sene çıkan Snow White and the Huntsman filminin ana şarkısı olarak kullanılmıştı ve bence bu filmle ilgili en güzel şey de açık ara farkla bu şarkıdır. Filmi sevmemi sağlayan asıl nedenlerden biri de bu şarkı ile birlikte bana Florence + The Machine’i sevdirmesidir. Bu muhteşem şarkıyı dinledikten sonra sizin de ona hayran kalmanız çok muhtemel. Ben bu şarkıdan sonra grubun diğer şarkılarını dinleyip Florence Welch’e daha da hayran olmuştum.


Grubun muhteşem albümlerinden bahsetmeden önce bir Florence Welch’in çok güzel bir başka özelliğinden bahsetmek istiyorum. Florence kitapları çok seven bir isim ve 2012’de de bununla ilgili bir tweet atmış. Bunu gören bir hayranı ise ona hayranlarına kitap önerisinde bulunabileceği bir kitap kulübü kurmanın çok güzel olabileceğini belirttiği bir tweet atmış. Leah Moloney isimli bu hayranı Florence’dan herhangi bir cevap beklemezken cevap gelmiş ve Florence bu konuda ona yardım etmek istediğini söylemiş.


Böylece Between Two Books isimli kitap kulübü kurulmuş ve şu an Instagram’da yaklaşık 50 bin takipçiye sahip. 4 yıl içinde Florence ve hayranları Patti Smith’in muhteşem kitabı Çoluk Çocuk (Just Kids)’de dahil olmak üzere beraber 18 kitap okumuşlar. Bu kitapların arasında benim en çok ilgimi çeken Patti Smith kitapları oldu çünkü kendisini çok severim ve Florence’da en çok etkilendiği isimler arasında onu gösteriyor ki bu da çok güzel bir şey. Bu harika kitap kulübünün üyeleri arasında birçok ünlü isim de var aslında. Mesela en sevdiğim oyunculardan biri olan Brie Larson var ve o bu isimlerden sadece biri.


Grubun üç tane albümü var ve hepsi birbirinden harikadır. 2009’da çıkan ilk albümleri Lungs, bana göre tüm zamanların en iyi çıkış albümlerinden biridir. Dünyada birçok listede bir numaraya yerleşen bu müthiş albüm 2009 2010 yıllarında da İngiltere’nin en çok satan albümü olmayı başarmıştı. İlk şarkıdan son şarkıya kadar çok farklı heyecanlar yaşamanızı sağlayacak bir albümdür Lungs. Ben ilk dinlediğimde her şarkıyla birlikte Florence’a olan hayranlığımın nasıl da arttığını iyi hatırlarım. İlk dinleyişimde bile favori albümüm olmuştu. Albümü dinlemem bittiğinde de artık Florence benim için gelmiş geçmiş en müthiş vokal olmuştu.


Lungs’tan iki yıl sonra gelen Ceremonials albümü ise grubun artık dünyada daha hatırı sayılır bir hayran kitlesi oluşturmasını sağlamıştır. Müthiş ilk albümün üstüne bunu dinleyince Florence’ı daha da bir şekilde daha da çok sevebilmiştim. Bu albümü dinledikten sonra başka hiçbir şey dinleyemez olmuştum hatta. Geçenlerde de albümün plağını aldım ve tahmin edersiniz ki anında en sevdiğim plak oldu. O plağı açıp da şarkıları bir kez de pikabımda dinlediğim an gerçekten çok özel bir andı. Albümü bir kere de öyle dinleyince başka birinin bu şarkıları asla hakkını vererek söyleyemeyeceğini daha iyi bir şekilde anladım.


Son albüm How Big, How Blue, How Beautiful ise tam anlamıyla farklı bir hikayedir. Bu albümle beraber Florence Welch benim için efsane statüsüne yükseldi. Albümden yayınlanan ilk şarkıyı albüm çıkana kadar sürekli dinlediğimi bilirim. Sırf o şarkı bile onu artık bir efsane olarak görmeme yeterdi. Bu müthiş albüm tamamen onun liderliği, yaratıcılığı ve yeteneğiyle oluşmuş bir albüm zaten. Bu albümün öncesinde Florence fantastik ve kurgusal bir dünyaya kaçmak yerine kendisiyle ve dünyanın tüm gerçekliği ile yüzleşmiş. Çünkü artık büyümüş ve olgunlaşmıştı. Bu çok özel ve kişisel tecrübelerinin meyveleri de son albümde kendini gösterdi. Ortaya çıkan sonuç ise gerçekten harikaydı.


Florence son albümündeki şarkılar ile ilgili ilginç birinden, ilginç bir tavsiye de almış aslında. Arkadaşlarından biri olan Taylor Swift ona tıpkı kendisi gibi yaşadığı şeyler hakkında yazmasını söylemiş. Zaten son albümü de en dürüst, en güçlü ve en kişisel albümüydü. Bu muhteşem albümün oluşmasında az da olsa katkısı olan Taylor Swift’e teşekkür edebiliriz bence.


Gelelim muhteşem şarkılarına. Şarkıların hem albüm versiyonlarına hem de canlı performanslarına bayıldığım için orijinal hallerinin yanında aralara yıllar boyu sergilediği harika canlı performanslarından en aklımda kalanlarından bazılarını da ekledim. İlk albümlerinin en güzel şarkılarından biri olan Dog Days Are Over ile başlayayım. Bu şarkı hala grubun en bilinen ve sevilen şarkılarından biridir. Normalde albümdeki versiyonu çok canlı, eğlenceli ve hareketli olsa da 2009’daki bu müthiş performansıyla birlikte Florence, normalde pozitif ve optimistik bir havası şarkıya karanlık ve daha duygusal bir hava katmıştı. Sonuçta ise ortaya çok etkileyici bir canlı performans çıkmıştı.




Florence + The Machine’in en muhteşem performanslarından biri ise 2010 MTV Video Müzik Ödülleri’nde Dog Days Are Over’ın söylediği performanstır bence. Bu performansı albüm versiyonuna daha yakındır ancak ondan kat be kat iyidir bence. Florence’in vokal yetenekleri yine zirveye çıkar burada. Ayrıca sahne şovu da gerçekten inanılmazdır. Çılgın kıyafetler ile harika dansçılar ve koreografi, o dönem belki de herkesin çok iyi bilip sevdiği bu şarkı da birleşince ortaya tam anlamıyla bir müzik şöleni çıkar. Bu performans sadece Florence + The Machine’in değil MTV’in de klasikleşmiş, efsane olmuş performanslarından biridir. Benim de izlemeyi en sevdiklerimdendir.


Albüm versiyonundan daha farklı olan ve yine muhteşem olan bir başka performans daha var. Rabbit Heart (Raise It Up)’ın bu performansı Florence’in normaldekinden daha yumuşak bir şekilde kullandığı sesinin ve buna ek olarak da şarkının müthiş melodisinin daha ön planda çıktığı mutlaka izlenmesi gereken harika bir performans.


İlk albümden My Boy Builds Coffins’in bu versiyonuna da bayılmıştım çünkü bu video daha grubun 1 yıllık beraberliğinden sonra çekilmiş ve Florence videonun başında albümle ilgili konuştuktan sonra şarkıyı söylüyor, hem de bir parkta! Şu an böyle bir şey yapsa neler olur düşünemiyorum bile. 




Kiss with a Fist ise grubun resmi olrak çıkardığı ilk şarkıdır ve bence en ilginç şarkılarından da biri. Şarkının sözlerinden ilk başta şiddetle ilgili bir şeyler anlattığı düşünülebilir ancak aslında bir aşk şarkısı olduğunu belirtiyor Florence. Sözleri bir aşk şarkısı için gerçekten çok ilginçtir ama çok akılda kalıcı ve gerçekten de eğlenceli bir şarkıdır. Bu ilginç şarkı ilk önce daha değişik bir şekilde başlamış aslında hatta adı da Happy Slap’miş ancak sonra daha farklı hale bürününce adını da Kiss with a Fist olarak değiştirmişler.


You’ve Got the Love ise benim tüm versiyonlarına bayıldığım şarkılardan biri ve bunun nedeni de Florence + The Machine tabii ki. Şarkının orijinali 1986’da Candi Station tarafından çıkarılmış. Ancak çok sevdiğim bir başka şarkıcı olan Joss Stone ile Florence + The Machine’in versiyonları favorilerimdir, bana şarkıyı sevdiren de Florence + The Machine'dir. Bu şarkı Florence Welch’in de en sevdiği şarkılardan biriymiş zaten ki en müthiş cover’larından da biri bence.


Drumming Song ise en sevdiğim şarkılardan biridir. Florence’in bateri ritimlerini çok sevdiği bilinir ve bence tüm zamanların en akılda kalıcı ve etkileyici bateri kullanımlarından biri bu şarkıdadır, gerçekten de muhteşem bir melodisi var.  Bu şarkının performansı ise konserlerde de en sevilen performanslarından biridir ve zaten genelde de konserini bununla kapatır.


Ceremonials’ın en etkileyici şarkılarından biri olan Never Let Me Go’nun Royal Albert Hall’daki orkestra ile desteklenen Florence’in şarkıyı normalden daha yumuşak bir sesle söylediği bu muhteşem performansı da mutlaka izlenmesi gereken Florence + The Machine performanslarından biridir. Bence çok fazla söze de gerek yok, albümün en güçlü şarkılarından biri olan Never Let Me Go'yu bu şekilde izleyin yeter.


SNL tarihinin en harika performanslarından biri de Ceremonials’ın açılış şarkısı olan Shake It Out'ın bu performansıdır.Bu da şarkıyı Florence'ın yine normalden daha yumuşak bir ses tonuyla söylediği ama yine her zamanki gibi güçlü olan bir performanstır bu da.



Radio City’deki konserindeki en harika performanslarından biri de Shake It Out’ın performansıdır. Florence burada da her zamanki gibi güçlü ve etkileyici bir performans gösterirken şarkı süresince ara sıra seyirci ile de etkileşim içine girip onları da kendisine katılmaya davet ediyor. Bu şarkının sonlarına doğru ise vokal yeteneklerinin ne kadar harika olduğunu bir kez daha görüyoruz.


Lover To Lover da benim bir ara sürekli dinlediğim şarkılardan biriydi. Bu videodaki performans ise  tam olarak harika hem görsel, hem de müziksel açıdan.



Lover To Lover en bilinen Florence + The Machine şarkılarından biri olmasa da en hareketli şarkılarından biridir bu özelliği de canlı performanslarda Florence’ın o çok bilinen canlı, coşkulu performanslarını sergilemesine iyi olanak sağlıyor. 2012’de O2 Arena’daki bu muhteşem performansı da bunun bir örneği.


No Light, No Light ise Florence Welch’in müthiş vokal yeteneklerinin en iyi sergilendiği şarkılardan biridir. Şarkının sonlarındaki bir kısımda uzattığı öyle bir yer var ki orayı her dinlediğimde kendimden geçiyorum zaten. Bu da SNL'deki müthiş performanslarından bir diğeri.



Son albümün yayınlanan ve benim de delicesine dinlediğim ilk şarkısı What Kind of Man’di. Şarkının sessiz ve bir o kadar da yumuşak olan girişini çok severim ve ardından gelen gitar ritimleri ile de tam anlamıyla mest oluyorum her dinlediğimde. Bu performans ise Florence’in bir konserde ayağını kırmasından sonra çıktığı performanslardan biri. Şarkıdaki melodramı ise alışık olduğumuz içten ve güçlü performansı ile burada da hissettiriyor.


Delilah ise en sevdiğim Florence + The Machine şarkısıdır. İlk dinlemem bitince üstüne 2-3 kez daha dinlemiş ve her seferinde daha da bayılmıştım, hala da en çok dinlediğim şarkıdır. Sonraları ise işte Glastonbury’deki bu muhteşem performansını izledim ve daha da bayıldım. Bahsettiğim inanılmaz konser performanslarından biri de budur. Buradaki canlılığı, hareketliği her izlediğimde beni etkiliyor, bu performansı gerçekten müthiş bir şey.


Şiirden şarkıya dönüştürdüğü Queen of Peace’in Glastonbury’deki bu performansı ise tıpkı şarkı gibi şiirsel. Ayrıca çok da tiyatral. Benim için tüm zamanların en harika konser videolarından biridir. Sırf bu videoyu ne kadar çok izlediğimi anlatamam size. Gerçekten çok harikadır.



Too Much Is Never Enough ise 2 hafta önce çıkardığı şarkılardan biri, yeni şarkısı çıktığını duyduğumda çok sevinmiş. Şarkıyı dinlediğimde de bayıldım, yine harika şeyler yapmış. Bu şarkı aslında en sevdiği oyun serisi olan Final Fantasy’in son oyunu için yaptığı üç müthiş şarkıdan biri.



Final Fantasy için çıkardığı şarkılardan bir başkası da tüm zamanların en ünlü şarkılarından biri olan Stand By Me için olan bu inanılmaz cover'dı. Bu cover sayesinde zaten çok sevdiğim bu şarkıyı daha da çok sevmemi sağladı Florence.



Bu yazımı ise son yıllarda müzik dünyasında çıkmış en muhteşem işlerden biri olarak gördüğüm The Odyssey ile bitirmek istedim. The Odyssey grubun son albümü How Big, How Blue, How Beautiful için çıkarılmış bir kısa film ve Florence'in belki de en içten, en kişisel tecrüübesi. Aslında albümdeki şarkılar için klipler tek tek çıkarılmıştı ancak sonra hepsinin bir arada olduğu bu muhteşem kısa film yayınlandı. Bu benim son yıllarda gördüğüm en harika şeylerden biriydi. Şarkılara zaten bayılıyordum ve klipleri de çok sevmiştim ama hepsini bir arada görmek çok farklı bir duyguydu, çok farklı şeyler hissettirdi çünkü artık bunlardaki anlamı daha iyi anlamıştım. Kısa filmin hikayesi harika, sinematografisi ve koreografileri müthiş ve Florence Welch'i de tabii ki mükemmeldi. Her zamanki gibi tiyatral, duygusal ve melankolik ama işte harika ya! 



Florence Welch değeri yeterince bilinmeyen isimlerin başında geliyor bence çünkü gerçekten tüm zamanların en muhteşem sanatçılarından biri. Daha bahsedilecek birçok harika özelliği ve birçok da harika şarkısı var. Zaten dedim ya tüm şarkılarını severim diye, açıp hepsini dinlemenizi de öneririm. Bu yazımla ben sizlere onun ne kadar harika olduğunu az da olsa anlatmaya çalıştım, umarım başarılı olmuşumdur ve siz de onu az da olsa sevmişsinizdir. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder