18 Ağustos 2016 Perşembe

Müzik/Arşiv: Joss Stone İstanbul Konseri (2016)


Yaza başlarken heyecanla beklenen birçok kültür-sanat etkinliği vardı. Bir sürü müthiş etkinliğin arasından özellikle bazı konserler benim için oldukça mutluluk ve heyecan vericiydi. Başta yıllardır canlı izlemeyi istediğim Muse olmak üzere Sia, Two Door Cinema Club gibi çok sevdiğim bir sürü müzisyeni izleme şansı yakalayacaktım. Ancak her şey beklenmedik bir şekilde değişti. O dönemde yaşanan oldukça üzücü bazı olaylar birçok etkinliğin iptaline neden oldu. Two Door Cinema Club, Muse, Skunk Anansie, Steve Vai ve Joan Baez konserlerini iptal edenlerden sadece bazılarıydı. Geçen haftalarda ise izlemek istediğim bir diğer müzisyen Sia da bu iptal grubuna katıldı ve konserini iptal ettiğini açıkladı. Bu konserlerin iptalini haklı bulan da var bulmayan da. Mesela siz öyle dönemlerde müzik ve festival mi konuşulur diye düşünebilirsiniz belki ama ben kültür-sanat etkinliklerinin herkes için farklı anlamlara sahip olduğunu düşünürüm hep. Yani bana göre bir konserde geçirilecek 2-3 saat birilerinin kafasını dağıtmasına veya kafasını toplamasına yardım edebilir. Ayrıca müzik de iyileştirici güce sahip sanat dallarından sadece biridir bence. İşte bu nedenle Joan Baez’in sonradan özür dilemek zorunda kaldığı abartılı açıklamasından tutun da yıllardır bekleyip, 4 ay kadar önceden de biletini alarak çok heyecanlandığım ama son anda iptal olduğu için gidemediğim Muse konseri için yaşadığım hayal kırıklığına kadar olan birçok şey beni hepten üzmüştü. Şimdi benim bunları neden yazdığımı düşünüyorsanız öncelikle şunu belirtmeliyim amacım gelmeyenlere sitem etmek veya birilerine yüklenmek değil aslında. Asıl amacım bu tür etkinliklerin sevgi, barış, mutluluk ve daha birçok güzel şeye sebep olabileceğini belirtmek. Bunun da en güzel örneği de Joss Stone’un bu çok ama çok özel konser oldu. Konser olalı yaklaşık 1 ay oldu, biraz geç kaldım ancak yine de bu yazımı tamamlamaya karar verdim. Bunun nedeni hem benim bu güzel anıyı olabildiğince iyi aktarmayı hem de konsere gidenlerin hatırlamasını, gitmeyenlerin ise mutlaka bilmesini sağlamak istememden kaynaklanıyor. Ayrıca hala bu yaz olan en güzel şeylerden de biridir bu konser benim için. Gerçekten de çok özel bir geceydi.


Joss Stone o dönemde konserlerini iptal eden birçok ismin aksine korkusuzca İstanbul’a geldi ve hayatımda gördüğüm en tatlı, en eğlenceli ve en mutlu edici performanslardan birini sergiledi. Bu çok özel konserle beni en büyük hayranlarından biri yapan Joss Stone, zorlu dönemlerin ve sonrasındaki iptallerin ardından yaşadığım hayal kırıklıklarına tam anlamıyla ilaç gibi gelerek beni çok da mutlu etmişti. Bu konser iyi ki gelmişim dediğim konserlerin başında geliyor kesinlikle.


Yaz döneminde daha önce saydığım konserler de dahil olmak üzere birçok konsere bilet almış olsam da Joss Stone konseri bilet almadığım konserlerden biriydi. Ancak her şeye rağmen konserini iptal etmeyip İstanbul’a geleceğini açıklaması benim fikrimi değiştirdi ve ben de konserine bilet almaya karar verdim. Bu da son zamanlarda yaptığım en iyi şey oldu sanırım. Çünkü tüm yaşanan üzüntüleri, hayal kırıklıklarını unutmak ve sevgi, barış gibi güzel şeylere her zamankinden daha çok inanmak için yapmam gereken tek şey Joss Stone’un canlı performansını izlemekmiş. Çok yüksek enerjisi, aşırı güler yüzü ve oldukça sevecen tavırlarıyla Joss, benim tamamen pozitif ve mutlu hissetmemi sağlamıştı.


Daha önce birçok konsere gitmiş olsam da Joss Stone kadar tatlı, enerjisi yüksek ve doğal birini hiç canlı izlememiştim sanırım. Joss’un konser öncesinde bir hesabında paylaştığı videoda “Geliyorum. Yine biraz dans edip şarkı söyleyeceğim. Umarım siz de gelirsiniz” demesi ve sosyal medya hesaplarından bizi konserine davet etmesi, sonrasında ise Taksim’den (üstteki) fotoğraf paylaşıp sevgi ve barış mesajı vermesi de ayrı bir güzeldi zaten. Konseri özel yapan etmenlerin başında onun muhteşem kişiliği ve inanılmaz performansı geliyor tabii ki. Ancak tüm diğer şeyler de bu konseri sıradan olmaktan çok daha öteye taşıyıp oldukça özel bir hale getirdi kesinlikle.


Joss Stone geç tanıştığım şarkıcılardan da biriydi aslında. İlk olarak bazı harika şarkıları ve müthiş düetleriyle tanıdığım Joss’un ilk albümü The Soul Sessions, 2003 yılında çıkmıştı ancak benim onunla ilk tanışmam 2011 yılında olmuştu. Bu da Joss’un Mick Jagger, Dave Stewart, A. R. Rahman ve Damian Marley ile birlikte oluşturduğu ve ancak kısa süreli olabilen süper grup SuperHeavy sayesindeydi. O dönemde en sevdiğim şarkılardan biri grubun Miracle Worker isimli şarkısıydı ve bu şarkı beni Joss Stone dinlemeye itmişti. Böylece onu çok da sevmiştim aslında ancak niye bilmiyorum ama hiçbir zaman en sevdiğim isimler arasında olmamıştı Joss ta ki bu inanılmaz konsere kadar. Artık kuşkusuz bir şekilde en sevdiğim sanatçılardan biri olduğunu söyleyebilirim. Daha önce nasıl olmuş da favorilerim arasına girememiş anlamıyorum kesinlikle çünkü gerçekten muhteşem birisi.


Albüm kayıtları da harika olan Joss’un konser performansı ise bambaşkaydı. Gerçekten tarifsiz, inanılmaz bir canlı performansı var. Yine gelse yine giderim hatta ne kadar gidersem gideyim sıkılmam diyebilirim onun konserleri için. Bu yazımda da ilk önce hayranlık dolu anılarımdan, sonrasında da onun muhteşem şarkılarından bahsedeceğim.


Konser günü saat 9’u biraz geçe Joss, meşhur fularını astığı mikrofonuna bembeyaz elbisesi süzülerek yaklaştı ve bir süre gülümsedikten sonra da seyirciyi selamladı. Sahneye de her zamanki gibi çıplak ayakla çıkmıştı tabi. Reggae, funk, soul, jazz gibi birçok türü barındıran bu muhteşem konserdeki setlist ise Joss’un 2015 yılında çıkardığı son albümü Water for Your Soul’dan hareketli şarkıların ön planda olduğu bir setlistti ve bu nedenle de konserde Reggae tonu ağırlıktaydı. Ancak Joss birçok şarkıcının aksine kendi hazırladığı setlist’e bağlı kalmayıp gelen istekleri de çevirmedi ve neredeyse gelen tüm istek şarkıları aralara serpiştirerek harika doğaçlamalarıyla da birlikte kendi listesini tamamen değiştirmiş oldu muhtemelen. Sonuç olarak ortaya unutulmaz bir performans çıktı.


Konserin genel gidişatı ise 3. şarkıyla birlikte belirlenmişti. Normalde Küçükçiftlik Park’ta gerçekleşmesi planlanan konser Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde gerçekleşiyordu. Bununla ilgili Joss, “Biliyorum konsere gelirken ayakta olmayı bekliyordunuz. Hem böyle oturarak dans etmek de zor oluyor” dedi. Sonra “Tabi oturarak da dans edebilirsiniz” derken sahnenin kenarına oturup dans etti. Sonunda da artık dayanamayıp aşağı indi ve herkesi ayağa davet ederken seyircilerin bazılarını da ellerinden tutarak ayağa kaldırdı. Böylece bir anda herkes ayağa kalkıp dans etmeye başlamış ve konser de açık hava konseri olmuştu. Joss’un dışında kapalı alandaki bir konseri bu şekilde açık hava konseri havasına sokabilen çok kişi gördüğümü söyleyemem. O kadar tatlı bir şekilde herkesi ayağa davet etti ki kalkıp dans etmemek olmazdı yani o kadar söyleyeyim ben size. Düşünün ben bile kalkıp biraz dans ettim ki dans etmeyi pek sevmem.


Bütün gece de bu müthiş konser havası devam etti. Muhteşem bir sese sahip olan Joss ise gerçekten çok doğal, sıcak ve inanılmaz da komikti. Ayrıca seyirciyle etkileşimi de muhteşemdi. “Merhaba”, “seni seviyorum” gibi Türkçe sözler öğrenerek herkesin sempatisini kazandı bir anda. Ara ara yaptığı harika esprileri, sevimli konuşmaları ve aşırı güler yüzlü olması da herkesi kendine tamamen hayran etmeye yetti. İnanılmaz yüksek enerjisi, tatlı mı tatlı hareket ve davranışlarıyla tam anlamıyla kalbimizden vurdu bizi Joss. Konser boyunca her fırsatta birbirimize bakıp ne kadar tatlı, ne kadar inanılmaz deyip durduk.


Grubu sahneye gelip ilk şarkıyı çalmaya başladığında Joss’u ilk kez canlı görecek olmamın heyecanı vardı üzerimde. Şarkı çalmaya başladı ve bana çok uzun gelen bir bekleyişin ardından Joss çıktı sahneye. Çıplak ayaklı, beyaz elbiseli haliyle geldi ve o harika gülümsemesiyle ilk şarkıya Newborn’a başladı. Bu şarkı nasıl geldi, nasıl geçti hiç bilemiyorum çünkü o sırada ben sadece sahneye, Joss’a odaklanmıştım.


Sonraki şarkılarda ise tam anlamıyla konser havasına girebilmiştim. O da reggae sever misiniz diye sorup olumlu cevap alınca bu benim için iyi diyerek reggae ağırlıklı şarkılarını söylemeye başlamıştı bile. Reggae en çok dinlediğim türlerden biri olmasa da Joss’unki bir farklıdır benim için. Son albümü Water for Your Soul’un açılış şarkısı Love Me mesela konsere girerken de sevdiğim şarkılardandı ancak çıktığımda uzun süre boyunca aklımdaki tek şarkıydı. Harika bir melodisi ve inanılmaz güzel de sözleri var.


Harika son albümünün en eğlenceli şarkılarından biri ise Molly Town’du. Birçok şarkı için olduğu gibi bu şarkının da hikayesini anlattı Joss tabii ki. Bir yolculuk sırasında arabası bozulmuş ve Molly’s Pub adında bir barın önünde kalmış. Orada da bir çiftle tanışmış ve onların hikayesini dinledikten sonra bu şarkıyı yazmış. Joss’un da dediği gibi hikayenin kalanı şarkıda anlatılıyor zaten, dinleyip öğrenin siz de.


You Had Me ise Joss’un çıkardığı ilk albümünün en popüler şarkılarından biri sanırım. Bu şarkıyı dinleyince müziğinin de yıllar içerisinde ne kadar değiştiğini, ne kadar farklı yöne gittiğini görebiliyoruz aslında ancak bence bu kadar farklı türün hepsinde bu kadar başarılı bir iş çıkaran çok isim de yok. Genelde türden türe atlamak müzik dünyasında pek tercih edilen bir şey değildir, hatta belki de biraz kararsızlık örneğidir ancak Joss şimdiye kadar denediği her türde harika işler yaptı bence. Bu şarkı mesela soul havasına sahip bir ayrılık şarkısı iken son albümü çok büyük oranda reggae havasına sahipti. Diğer albümlerinde de funk, soul, jazz’ın birçok versiyonunu yine çok başarılı bir şekilde gördük bence.


Reggae ağırlıklı son albümünden orijinal Joss’a en yakın olan şarkı ise Stuck On You’ydu ki bu şarkı albümdeki en güzel şarkılarından biriydi bence. Joss da garip olarak gördüğü bu şarkının albümdeki favorisi olduğunu söylemişti bir röportajında. Garip çünkü şarkıda kızıl derililere özgü bir enstrüman kullanılmış. Tıpkı şarkı gibi garip, ilginç ve bir o kadar da güzel olan klip ise Paris’te çekilmiş.


Konserden sonra aklıma takılan şarkılardan bir diğeri de müthiş bir şarkı olan Big Ol’ Game’di. Sözleri ve müziği ile beni hemen etkisi altına alan bu şarkıda Joss’a Raphael Saadiq de eşlik ediyor. 


Konserde dinleme şansı bulduğumuz şarkılardan biri olan Music ise Joss’un müziğe olan sevgisini anlatan bir şarkı. Bununla ile ilgili olarak “Herkes sevgiyi yanlış yerde, insanlarda arıyor ancak sadece müzik karşılıksız sevgi sağlayabilir bence.” demişti. Müziği gerçekten çok sevdiği de her hareketinden belli oluyor zaten.


Free Me ise Joss’un Colour Me Free! adındaki albümünün yayımlanacağı dönemde çalıştığı plak şirketini, EMI’yi protesto etmek amacıyla yazdığı bir şarkıymış. Şarkının da yer aldığı bu albüm çıktıktan sonra da Joss oradan ayrılıp Stone’d Records adında bir plak şirketi kurmuş ve o zamandan beridir de kendi plak şirketiyle çalışıyormuş. Şarkıyı da her anlamda özellikle de müziksel anlamda özgür olmak hakkında diye tanımlamıştı zaten.


Konserde boyunca ara sıra ilişkilerinden de bahseden Joss, Cut The Line’ı söylemeden önce “Hani bazen bir şeyler söylemeye, bir şeyler anlatmaya çalışırsınız ama karşıdakine bu bir türlü geçmez ya işte bu da onunla ilgili bir şarkı.” demişti.


Bir ara kardeşi Harry’den de bahseden Joss, müzik konusunda onun kendisinden daha yetenekli olduğunu ve onunla sık sık müzik hakkında konuştuğunu söylemişti. Harry’s Symphony de kardeşiyle birlikte eskiden yazdıkları şarkıların bir şekilde birleşmesiyle ortaya çıkmış ve son albümün de en eğlenceli şarkılarından biri olmuş bence.


Underworld ise son albümünün sakin şarkılarından biri ve bu da gerçekten harika bir şarkı. Konserde de favorilerimden biri olmuştu.


Wake Up ise efsane reggae şarkıcısı Bob Marley’nin en küçük oğlu Damian Marley’nin ona eşlik ettiği harika bir şarkı. SuperHeavy’de de beraber çalışan Damian ve Joss bu şarkıyı ondan da önce yapmaya başlamışlar. O sırada SuperHeavy albümü çıkmış ve sonrasında şarkı tamamlanınca da Damian şarkıya bayıldığını söyleyerek Joss’u reggae albümü yapması için teşvik etmiş. Bu şarkının da yer aldığı reggae havasına sahip son albüm Water for Your Soul, bu şekilde oluşmuş aslında.


Normalde setlist’inde olup da konserde söylemediği şarkılardan biri ise The Answer’dı ve bu şarkı son albümünün en güzel şarkılarındandır bence. Konserdeki sevgi ve barış temasının yoğun hissedildiği bir harika bir şarkıdır. Çok da renkli ve eğlenceli bir klibi var. Sırf bu klibi izleyerek bile Joss’u sevebilirsiniz zaten, beni her izlediğimde gülümseten harika bir klip bu.


Super Duper Love (Are You Digging on Me) ise bence Joss’un en güzel ve en tatlı şarkılarından biridir. Konserde bu şarkıyı seyircilere söyletmeye çalışırken ki halleri de ayrı bir tatlıydı. Şarkının orijinali Sugar Billy’e ait olsa da ben Joss’un ilk albümünde yer verdiği bu cover’ı bence daha güzel.


Cover demişken en güzel cover’larından biri de en sevdiğim The White Stripes şarkılarından biri olan Fell in Love With a Girl için yaptığı cover’ı Fell in Love With a Boy’dur. Gerçekten harikadır. Konserde buna da yer vermesi beni çok mutlu etti ki bu şarkıda hem onun hem de gitaristinin performansı müthişti. Hatta o sırada konserin en muhteşem anı bu performans gibi gelmişti bana ancak henüz en muhteşem an gelmemişti.


Fell in Love With a Boy’un ardından Joss’un sahneyi terk etmişti ancak buna rağmen konserin henüz bitmediğini biliyorduk çünkü en güçlü şarkılarından biri olan Right To Be Wrong’u bile söylememişti daha. Yeniden sahneye çıktığında ise Right To Be Wrong’u yoğun duygularla, derinden hissederek muhteşem bir şekilde söyledi ve işte bu an benim konserdeki favori anım oldu. Bu şarkıyla birlikte bize hata yapma hakkımız olduğunu hatırlattı. Ardından da barış işareti yaparak sahneyi terk etti ve beni daha bir sonraki konseri düşünür vaziyette bıraktı.



Joss, konserin sonlarına doğru getirdiği ay çiçeklerini dağıtırken seyirci ile iletişimi inanılmaz bir seviyeye gelmişti artık. Pozitif enerjisi, sempatik halleri, dansları ve muhteşem sesiyle İstanbul’da gerçekten unutulmaz bir iz bıraktı Joss Stone. Herkes salondan mutlu, huzurlu ve harika anılara sahip bir şekilde ayrıldı. Ve eminim ki birçok kişi de tıpkı benim gibi Joss’la bir sonraki konser için sözleşmişti bile. Bu yazımla birlikte umarım siz de Joss Stone’u az da olsa tanımış ve sevmişsinizdir. Gerçekten onun gibi harika insanları herkesin tanıması gerektiğini düşünüyorum.


Benim en sevdiğim müzisyen Florence + The Machine’in solisti Florence Welch’tir ve doğal olarak en sevdiğim grup da Florence + The Machine oluyor. Çok uzun zamandır da bu durum böyle. Florence Welch’in yeri benim için gerçekten çok ama çok özeldir (bilen bilir zaten) ancak sanırım bu konserin de ardından Joss Stone o seviyeye çok yaklaştı. Hatta belki de Florence Welch ile birlikte en sevdiğim müzisyen kategorisinin başına gelmiş bile olabilir. Bundan sonra yapacaklarını her zamankinden daha da heyecanla bekliyor olacağım.



Florence Welch ve Joss Stone’un bir ortak şarkıları da var aslında, hem de benim en sevdiğim şarkılardan biridir. Yazımı da bu müthiş şarkının hem Florence + The Machine hem de Joss Stone’un versiyonlarıyla bitireceğim, ikisi de birbirinden harikadır (mutlaka bakın derim). Bu arada You Got the Love adındaki bu müthiş şarkının orijinali 1986 yılında Candi Station tarafından çıkarılmıştı aslında ancak bana göre bu iki cover versiyonu da ondan daha güzel. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder