16 Ekim 2016 Pazar

Kesinlikle İzlemelisin: Arrival (Filmekimi 2016)


Arrival her anıyla büyüleyen, tam anlamıyla bir rüyadaymış hissi veren ve inanılmaz derecede zarif bir bilimkurgu. Uzaylıları konu almasına rağmen bu konuyu işleyen filmlerden neredeyse her konuda farklılaşmayı başaran ve hiçbir klişeyi içinde bulundurmayan güçlü ve duyguları derinden etkileyen bir başyapıt. Filmde muhteşem müziklere ve şiirsel görselliğe ek olarak ise ana karakterimizi canlandıran Amy Adams’ın muhteşemliği ve içine Nolan, Kubrick ve Malick kaçmış hissi veren Denis Villeneuve’nin dillere destan, müthiş yönetmenliği var. Ted Chiang’ın Story of Your Life isimli eserinden uyarlanan Arrival, benim çok uzun zamandır bir filmi izleyip de hissetmediğim heyecanı ve duyguyu bana yaşatmayı başardı. Bu eşsiz sinema güzelliğini izledikten sonra tam anlamıyla mest oldum.

 “Language is the first weapon drawn in a conflict.” 
(Dil bir anlaşmazlıkta çekilecek ilk silahtır.)

Bu vurucu cümle bence filmin en ana fikrini tam anlamıyla kapsıyor. Filmin konusu ise şöyle: Uzay gemileri dünyada 12 farklı noktaya iniş yapar. Uzaylıların dünyaya gelişinin istilacı mı yoksa barışçıl bir amaçla mı olduğunun anlaşılması için onlarla iletişim kurabilecek, uzman dilbilimcilerden oluşan bir grup oluşturulur. Uzaylıların iletişim şeklini ve yapısını çözecek grubun başında ise dilbilimci Dr. Louise Banks (Amy Adams) ve bilim adamı Ian Donnelly (Jeremy Renner) bulunmaktadır. Dr. Banks üzerinde takip ettiğimiz hikayenin yola çıktığı şey ise 1950’lerde ortaya atılmış bir dilbilim hipotezi olan “Sapir-Whorf hipotezi” aslında. Hipoteze göre dil insanların ve kültürlerin düşünce ve davranış yapılarını belirler. Bu nedenle de dış dünyayı dilin sınırları dahilinde algılayabilir ve yorumlabiliriz. Filmin temelindeki “Eğer yabancı yaşam formları gelirse onlarla nasıl anlaşabiliriz?” sorusu da bu hipotezi merkezine alarak işlenmekteydi. Sonuç olarak Arrival, “Sapir-Whorf hipotezi”ni de çok başarılı bir şekilde işin içine katarak farklı kültürlerin birbirleri arasındaki iletişiminde dilin nasıl bir etki yarattığını büyüleyici bir şekilde ele almıştı diyebilirim. Filmin birçok bilimkurgudan farklılaşmasının ve böyle özel olmasının en önemli nedenlerinden biri de felsefik alt yapısıydı zaten.


Film oldukça harika bir müzik eşliğinde fazlasıyla duygusal bir açılış sekansıyla başlıyor. Louise ve kızı hakkındaki bu müthiş sekansla birlikte film boyunca takipte olacağımız ana karakterimiz Louise ile hemen bir bağ oluşturuyoruz zaten, ben bu sekansla birlikte filme anında bağlanmış ve daha hiç tanımadığım karakterleri çok uzun zamandır tanıyormuş gibi hissetmiştim. Uzay gemileriyle olan ilk temas sahneleri de en az bu sekans kadar harikaydı. Bilinmeyen bir cisme yaklaşırken yaşayacağınız heyecan ve korku Johann Johansson’ın muhteşem bestelerinin ve etkileyici çekimlerin de yardımıyla yaşatılıyordu. Sonrasında uzaylılarla ilk gerçek karşılaşmada yaşanacak korku ise verilen değişik seslerle yaratılmıştı. Film boyunca da bu muhteşem ses tasarımı devam etti zaten, böylece dakikalar geçtikçe filmin daha içine çekiliyor ve her şeyi daha çok merak etmeye başlıyorssunuz.


Bilimkurgu filmlerinde zaman zaman görebileceğimiz saçmalama unsuru ise filmin hiçbir noktasında yoktu. Hikaye kusursuz bir bütünlükle yaratılarak, muhteşem bir kurguya filme dökülmüş özellikle de filmin sonlarında gördüğümüz kurgu dillere destandı. Bu tür filmlerde çokça karşılaştığımız milliyetçilik unsuru ise filmin başlarında hissedilmekteydi ancak filmin sürpriz finaliyle birlikte tüm bu ön yargılar yıkılıyor ve özel bir son izliyoruz. Filmin en özel kısmı da duygularımı en çok etkileyen filmlerden biri olmayı başarmasıydı, buna benzer bir etkiyi en son (oldukça farklı iki film olmalarına rağmen) Christopher Nolan’ın Interstellar’ında yaşamıştım. Film boyunca korku ve gerilim hissederken bir yandan da uzun zamandır hissetmediğim o duygusal derinliği hissettim ben. Sevgi, kaybetme gibi duyguları etkilerken bir yandan da gerilim hissettirmeyi başaran Arrival, kesinlikle baş döndürücü bir yapım, ayrıca fazlasıyla da zarif. Sonunda şehirlerin yıkılmadığı, savaşların çıkmadığı, her şeyin alt üst olmadığı ve türler arasındaki zorlukların çok farklı bir şekilde anlatıldığı bir bilimkurgu izleyebildik. Bunu ne kadar anlatsam yetmeyecek aslında, gerçekten anlayabilmek için filmi yaşamanız lazım.


Filmografisinde Enemy, Incendies, Prisoners ve Sicario gibi harika filmler bulunan yönetmenimize gelirsek; Denis Villeneuve, Arrival’la birlikte ne kadar muhteşem olabileceğini herkese net bir şekilde gösterdi. Geçen senenin en iyi filmlerinden biri olan Sicario ile beni kendine hayran bırakmıştı zaten ama Arrival bambaşka bir şey. Bu filmle birlikte kendisi hakkında yapılan Kubrick benzetmeleri de daha iyi anlaşılıyor ancak bana burada Kubrick, Nolan ve Malick gibi çok sevdiğim birkaç yönetmeni hatırlattı. Sanki hepsi bir araya gelmiş gibiydi ve bu gerçekten inanılmaz. Villeneuve, yaşayan en iyi yönetmenlerinden biri olabilir bence. Arrival’ı her açıdan doyurucu, eşsiz bir filmdi. Teknik olarak da düşünsel olarak da benzeri olmayan bir sinemasal güzellikti. Hipnotize edici çekimleri, muhteşem kurgusu, zamanı işleyiş şeklinin harikalığı ve tabii ki hem görsel işçiliğinin hem de ses tasarımının kusursuzluğu ile uzaylılarla ilgili yapılmış en iyi filmlerden biri olmayı başarıyor. Hatta benim izlediklerim arasında en iyisi belki de. Blade Runner’ın yeniden çevrimi öncesi oldukça fazla umut veren Denis Villeneuve’yi övdüm övmesine de (onun senaryoya katkılarına ek olarak) filmin senaryosunu böylesine muazzam bir hale getiren Eric Heisserer ve muhteşem müzikleriyle filmi destekleyen Johann Johansson’a da ayrı teşekkür etmek gerekir. Ben hepsinin Oscar’a aday olma ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyorum hatta Johann Johansson’ın (En İyi Müzik dalındaki) adaylığı kesine yakın bile. Onun yanında En İyi Uyarlama Senaryo ve En İyi Yönetmen dalında da adaylık gelse hem muhteşem hem de çok yerinde olur gibi.


Filmin en önemli yıldızlarından biri de tabii ki ana karakterimiz Dr. Louise Banks’i canlandıran Amy Adams. Kendisi benim en sevdiğim oyunculardandır ve zaten sevilmemesi de imkansız biri. Her zaman muhteşem olan, aşırı yetenekli Adams, Arrival’da da yine muazzamdı. Her filmiyle onu daha çok seviyorum sanırım. Arrival‘da daha ilk dakikadan sizi ele geçiren ve hikayenin duygusal derinliğini sonuna kadar yaşamanızı sağlayan müthiş bir oyunculukla karşımızdaydı. Şu ana kadar 5 Oscar adaylığı bulunan Amy Adams’a artık bir ödül vermenin zamanının da geldiğini düşünürsek bence bu filmle Oscar’da bulunması çok güzel olur. Gerçi kendisinin önümüzdeki aylarda çıkacak olan Nocturnal Animals isimli filmde de önemli bir rolü var. Oyunculuğuyla bolca övgü aldığı bu filmi henüz izlemeyemedim ancak harika bir iş çıkardığına çok eminim. İki filmle de çok beğenilen Amy Adams bu sene Oscar’larda yer alması en muhtemel olan oyunculardan biri bence. Bu iki rolünden biriyle adaylığı kapacaktır, hatta umalım ki bu sefer Akademi ona çok hak ettiği ödülü versin de bu muhteşemlik sonunda taçlandırılmış olsun.



Galasını Venedik Film Festivali’nde yapan Arrival, bunun üzerine bir de Toronto Uluslararası Film Festivali’nde gösterilmişti, üçüncü olarak ise Filmekimi ile Türkiye’ye geldi. Yani şimdilik sinema tarihine adını altın harflerle yazdırması gereken bu başyapıtı izleyen az sayıda kişiden biriyim ve size söyleyebileceğim tek şey vizyona girdiği gibi filmi mutlaka izlemeniz olacaktır (ki ben önümüzdeki ay çıktığı gibi gidip bir daha izleyeceğim). Çünkü Arrival, daha açılış sekansıyla sizi içine çeken ve henüz birkaç saniye önce tanıştığınız karakterlere anında yakın hissetmenizi sağlayan ve yenilikçi konseptiyle sizi hipnotize eden çok zarif, yaratıcı, sakin ve şiirsel bir bilimkurgu. Hatta önümüzdeki yıllarda çıkacak olan birçok bilimkurguya yol gösterici olacak bir başyapıt, bilimkurgulara yenilik getiren ve yeni şeylerin önünü açan bir rüya gibi adeta. Vizyona girdiği gibi gidin, izleyin ve en önemlisi de etkilenmeye hazır olun çünkü bence bu film herkesin ruhuna az çok dokunacaktır. Filme girmeden önce ise aklınızda bir uzaylı istilası filmine dair bulunan tüm o klişeleri ve ön yargıları unutun ve büyüleyici bir sinema deneyimine kendinizi hazırlayın derim. 

1 yorum: