5 Temmuz 2016 Salı

Arşiv/Müzik: Patti Smith İstanbul Konseri (2016)


Sanatını hissettiği gibi yaşayan, hayatını da bu hissettiklerine göre şekillendiren, gelmiş geçmiş en özgün sanatçılardan biri, Patti Smith 23 Haziran 2016’da İstanbul’da unutulmaz bir konser verdi. Patti Smith benim gözümde tarihin en muhteşem sanatçılarından birisi. Müzisyen, besteci, şair, yazar, ressam, fotoğrafçı, bir de aktivist olan ve bunların hepsinde kendine özgü bir şeyler bulmayı başaran başka kim vardır bilmiyorum. Patti Smith beni en çok etkileyen sanatçıların başında geliyor belki de ama bundaki en önemli etken şarkıları olmadı, anılarını yazdığı harika eseri Çoluk Çocuk (Just Kids) oldu. Bu müthiş kitabı okuyup da Patti’ye hayran olmamak mümkün olamaz, hele de sonra bir o kadar harika şiirlerini okuyup inanılmaz güzellikteki şarkılarını da dinlerseniz zaten tamamdır artık siz de bu muhteşem insana hayran olmuşsunuzdur. İşte ben tüm bunlardan sonra olabilecek en güzel şeyleri yaşadım konserin olduğu hafta. Sadece büyüleyici konserini izlemekle kalmadım, onunla tanışıp kısa da olsa bir sohbet edebildim. Benim için tam anlamıyla unutulmaz ve mükemmel bir haftaydı diyebilirim. Sonuçta beni çok etkileyen, eserleriyle bana bir sürü şey öğretmiş olan ve benim için büyük ilham kaynağı olan biriyle tanışmıştım. 70 yaşındaki bu yaşayan efsane şimdi kalbimde çok daha özel bir yer edindi.


Konserden önceki gün bir imza günü vardı ve Patti kitaplarını imzalayacaktı. Başta, bana çok şey öğreten ve beni gerçekten çok etkileyen Çoluk Çocuk olmak üzere M Treni ve Hayalperestler isimli kitaplarını alıp gittim ben de bu imza gününe tabii ki. 2 saate yakın bir süre bekledikten sonra sonunda sıra bana gelmişti ve ne kadar heyecanlı olduğumu anlatamam. Patti, kitaplarımı imzalarken ben ona heyecanla ve hayranlıkla bakıyordum. Ve işte tam o sırada, hiç beklemediğim bir anda bana bir soru sordu ve ben de bir anlık şok yaşayarak kısa bir süre ona cevap veremedim. Hadi bu soru bana kalsın ama tek söyleyebileceğim şey şu ki onun bana böyle tatlı ve düşünceli bir soru sormasını gerçekten beklemiyordum. Bu soru üzerine ben de kendimi toparladıktan sonra kısa ama tatlı sohbetimiz başladı ve sonunda bana imzalanmış kitaplarım ile birlikte üzerinde “Patti Smith Horses” yazan bir rozet uzattı. Ben tamam artık her güzel şeyin bir sonu vardır diye düşünürken ise gelmiş gelmiş en “cool” insanlardan biri olan Patti, bana gülümseyerek “She is so cool” dedi. Bu da o gün yaşanan her şey arasında en aklımda kalan andı muhtemelen ve hatta en müthişiydi de kesinlikle. İşte böyle sıcakkanlı, güler yüzlü ve hayat dolu bir kadını kitapları, şiirleri ve şarkılarından sonra bir de yüz yüze tanımak paha biçilemez bir deneyimdi. O gün yaşadığım tüm zorluklara değdi ve hepsini unutturdu. Hatta okulun son dönemlerinde yaşadığım tüm stres ve zorlukları unutturdu, bir anda her şeyi güzelleştirdi.


Konserin ise ayrı ve bir o kadar özel bir hikayesi var. Öncelikle konserden biletler tükendikten sonra haberim olduğu için uzun bir süre gidemeyeceğim için üzülmekteydim. Gerçi zamanında haber alsam bile konsere bilet alamayabilirmişim çünkü öğrendiğime göre konser biletleri sadece “30 dakikada” tükenmiş. Çok kısa sürede bittiğini biliyordum ama bu kadar kısa sürede olacağını düşünmemiştim. Biletler tükenmiştir yazısını gördükten sonra ise arada sırada internette belki bulurum diye dolandım ve konsere 1 hafta kala tam da umutlarım artık tükenmek üzereyken ise bilet bulabildim. Çok güzel bir andı bu, iyi ki de bilet bulabilmişim çünkü bu konser İstanbul’da verilmiş en muhteşem konserdi belki de. En azından benim için çok küçükken Amerika’da gittiğim Paul McCartney konseriyle birlikte gittiğim en özel konserdi. O konseri, çok küçük olduğum için biraz da, parça parça hatırlıyorum ancak bu konserin her saniyesi beynime kazınmış olabilir. Patti’yi sahnede izlerken her şeye dikkat ediyordum ama bir yandan da ona daha fazla hayran oluyordum. Konserde onu izlerken ki bu halim biraz da onun The Doors konserine gittiğinde Jim Morrison’ı izlerken düşündüklerine benziyor sanırım. Çoluk Çocuk’ta bundan şu şekilde bahsediyordu: “Etrafımdaki herkes transa girmiş gibiyken, ben soğuk bir süper-farkındalık içinde onun her hareketini izliyordum” Benim içinde konserin ilk başları tam anlamıyla böyle geçti. Horses albümünün ilk şarkısı olan Gloria’nın ilk dizesi “Jesus died for somebody's sins but not mine” söylediği anda zaten tam anlamıyla ona kitlenmiştim. Bu bir süre söyle devam etti ancak özellikle de Birdland ile birlikte tam olarak Patti Smith havasına girdim ve harika bir zaman geçirdim.


Bu konser Patti Smith’in efsanevi albümü Horses’ın 40. yılı için yapılan turneye dahil bir konser olduğundan konserin tanıtımı da “Patti Smith ve grubu Horses’ın tamamını seslendirecek” şeklinde yapıldı. Bu da aslında benim için bir gerginlik nedeniydi çünkü aklımda hep ya sadece Horses’ı seslendirir de giderseler diye bir düşünce vardı. Patti’nin “Sözün gücüyle üç akorlu rock’ın birleşimi” olarak tanımladığı ilk albümü Horses, punk-rock tarihine öncelik eden çok özel ve muhteşem bir albümdür. Ayrıca benim de en sevdiğim albümlerden biri ve gerçekten her şarkısı birbirinden müthiş. Ancak Patti’nin bu muhteşem albümdeki şarkılar dışında da birçok muhteşem şarkısı vardı ve onları duyamayacak olma ihtimalim beni üzüyordu ama neyse ki konser bununla kalmadı. My Generation hariç Horses albümündeki tüm şarkıları sırasıyla seslendirdikten sonra da klasikleşmiş bazı şarkılarını seslendirdi. Böylece benim de dinlemek isteyip dinlemediğim hiçbir şarkı kalmadı, en sevdiğim şarkılarının hepsini canlı izleyebildim. Gerçi So You Wanna to Be (A Rock ‘N’ Roll Star)’ı da dinlemek güzel olabilirdi ama olsun o kadar. Tüm bu müthiş şarkıları izlerken ise Patti’nin her şeyine hayran kaldım tabii ki.


Konsere Horses albümünün en mükemmel şarkılarından biri olan Gloria ile başladık. “Jesus died for somebody's sins but not mine” şeklinde başlayan bu ikonik şarkının çok ilginç de bir hikayesi var aslında. Şarkının orijinali Van Morrison tarafından yazılmış ve Morrison’ın grubu Them tarafından kaydedilmiş aslında ancak Patti Smith’in Gloria’sı bundan daha farklı. Patti’nin kaydettiği versiyon onun Oath isimli bir şiiri ile bu şarkının birleşmiş hali. Zaten şarkının açılışındaki o meşhur dize de bu şiirden geliyor. Patti, 1970’de yazdığı bu şiiri aslında ilk kez St. Marks kilisesinde yaptığı meşhur şiir okumasında okumuş (ki bu şiir okumasını Çoluk Çocuk’u okuyanlar iyi bilir diye düşünüyorum). Bunu ardından ise şiiri başka yerlerde hem ona gitarıyla eşlik eden Lenny Kaye ile, hem de tek olarak sunduysa da şiirde hep bir şeylerin eksik olduğunu düşündüğünden onu yayınladığı iki şiir kitabına da eklememiş. Bu şiirin çıkışı ise Van Morrison’ın Gloria’sıyla birleşerek Patti’nin Gloria’sını oluşturması yoluyla olmuş. Ortaya çıkan şarkı ise gerçekten harika ve benim en sevdiğim şarkılardan da biri.


Konser bu müthiş şarkının ardından daha sakin bir şarkı olan Redondo Beach ile devam etti. Patti, bu şarkıyı bir gün önce gerçekleşen imza törenine katılan kızlara armağan ediyorum dedikten sonra işte bu çok güzel şarkıyı seslendirerek ortamı tamamen sakinleştirdi. Bir anlamda sonraki efsane şarkı öncesinde hepimize derin bir nefes aldırdı.


Ve işte sıra gelmişti Birdland’e. Bu şarkı “Ben müzisyen değilim, şairim” diyen Patti Smith’i en iyi anlayabileceğimiz şarkılardan biri belki de. Patti bu şarkı için aldı eline kağıdını ve muhteşem şiirini okumaya başladı. Her anında enerjisi daha da yükseliyor, hepimizin enerjisini de yükseltiyordu ve bizi kendine daha da çok bağlıyordu adeta. Bu şarkı için bir şiir okuması tanımı yapmak mümkün aslında ve açıkçası buna rağmen albümün en heyecan verici şarkılarından biri. Sadece bu şarkının performansı bile soluksuz izlenecek bir performanstı. Bence 9 dakikalık bu performansı konserin en akılda kalıcı anlarından biriydi ki ben pek şiir sevemeyen bir insanımdır ve buna rağmen sadece Patti’nin şiir okumasını dinlemeye bile giderdim diyebilirim. Bana şiiri de sevdirmeyi başardı bir şekilde sanırım. Bence daha içten, daha canlı ve daha enerjik bir şekilde şiir okuyan bir insan bulmak çok zordur. Sonuçta bu müthiş şarkı bittiğinde salonun enerjisi de tam zirve yapmıştır herhalde.


Bu müthiş performans Free Money ile devam etti. Albümün en eğlenceli şarkılarından biri olan Free Money biraz Birdland’in üzerimizde bıraktığı inanılmaz etkiden çıkmamızı sağladı ve yine inanılmaz eğlendirdi. Patti’nin Birdland sonunda tavan yapmış enerjisi ise burada da devam etti, bende bu kadar enerji yok diye düşündüm bir ara. Bu şarkı Horses albümünün ilk yüzündeki son şarkıydı da ayrıca ve ben bu ilk kısmın nasıl geçtiğini anlayamadan bitmişti bile.


Albümün ikinci yüzündeki ilk şarkı adını Patti’nin en küçük kardeşinden alan Kimberly’di. Kardeşi için yazdığı bu şarkı da yine oldukça güzel ve ikinci bölüme biraz sakin bir başlangıç yapmamızı sağlayan bir şarkı.


Bunun ardından ise Break It Up geliyor. Bu şarkıyı rüyasında gördüğü Jim Morrison için yazdığını belirten Patti, şarkıya başlamadan önce hikayesini de anlattı tabii ki. Rüyasını şu şekilde anlattı: “Rüyamda bir ormandaydım. Her tarafı zincirlerle sarılı yatan bir melek heykeli gördüm. Heykelin içinde kelebek gibi bir şeyler olduğunu hissettim. Heykelin ruhu dışarı çıkmak istiyor gibiydi ve rüyamda o heykelin Jim Morrison olduğunu düşündüm. ‘Kır onu Jim, kır onu’ dedim. Bir süre sonra heykel ikiye bölündü ve Jim Morrison, melek, kelebek uçtu. Meleğin ruhunu özgür bırakmak istediğimizde, siz de ‘kır onu’ diye seslenebilirsiniz.” Bu sözlerin ardından ise müthiş şarkısını söyleyip salona bir huzur havası kattı.


İşte şimdi sıra albümün, hatta Patti Smith’in en epik şarkısına gelmişti: Horses, Land of a Thousand Dances ve La Mer (de) adındaki üç bölümden oluşan muhteşem şarkı Land’e. 15 dakikadan fazla süren Land’in kahramanı Johnny bu sefer İstanbul’a geldi. Boğaziçi üzerinden dolunayı izledi. Onun hikayesini anlatırken Patti, bunun özel katkılarının yanında müthiş hareketleri ve danslarıyla da hepimizi coşturdu. Şarkının sonunu ise müthiş şarkısı Gloria’ya bağladı. Böylece bu sefer benim konserin başında olmasını beklediğim şey oldu ve tüm salon bir ağızdan G-L-O-R-I-A diye bağırdı. Şarkıya müthiş bir şekilde başlayıp müthiş bir şekilde bitirdi yani.


Sonrasında ise sıra Elegie’deydi. O ölen arkadaşlarını anmak için yaptığı Elegie’yi söylerken hep beraber birçok efsaneyi de andık: Jimi Hendrix, Jim Morrison, Brian Jones, Lou Reed, Johnny Ramone, Joey Ramone, Tommy Ramone, Dee Dee Ramone, John Lennon, Joe Strummer, Fred “Sonic” Smith ve yakın zamanda kaybettiğimiz David Bowie ile Prince. O dönemden bize kalan nadir isimlerden birisi olan Patti, bu şarkıya başlarken de "40 yıl önce yazılmıştı. Belki sizlerin çoğu o tarihte henüz doğmamıştı. O günden sonra da birçok sevdiğimiz hayatını kaybetti. Hepsini anıyoruz. Siz de bu şarkıyı söylerken, hayatını kaybetmiş olan sevdiklerinizi sevgiyle hatırlayabilirsiniz." diye söyledi. Böylece efsane albüm Horses’ın son şarkısı My Generation’a kadarki kısmı tamamlanmış oldu ve perde aşağı inerek arka planda bulunan Horses’ın kapak resmini kapadı.


Horses’ın tamamlanmasının ardından klasikleşmiş Patti Smith şarkılarından biri olan Dancing Barefoot’la konser devam etti. Perdenin de kapanmasıyla yaşadığımız ya biterse gerginliği de bu müthiş şarkının başlamasıyla son buldu ve hep birlikte rahat bir nefes aldık sanırım. Sakin bir performansla şarkıyı seslendiren Patti, bu şarkının bitişiyle birlikte bir süreliğine içeri gitti ve sahneyi Lenny Kaye, Jay Dee Daugherty ve Tony Shanahan’dan oluşan grubuna bıraktı.


Patti’nin grubu onun yokluğunda Horses’ın yazıldığı dönemde hatta belki de tüm zamanlarda New York’tan çıkmış en müthiş grup olarak tanıttıkları The Velvet Underground’dan tam üç şarkı söylediler: Rock & Roll, I'm Waiting for the Man, White Light/White Heat. Patti’siz bu performans da oldukça etkileyiciydi, müthiş bir grubun müthiş şarkılarını da dinleyebildik. Bu da oldukça güzel bir sürpriz oldu aslında.


Ardından Patti sahneye geri döndü ve unutulmaz bir Prince şarkısı olan When Doves Cry’i seslendirdi. Bu muhteşem cover’la da Prince’i tam olarak hatırlamış ve anmış olduk bir anlamda.


Konser boyunca çokça salona mikrofon uzatıp istekleri dinleyen Patti, en fazla istek alan şarkılardan biti olan Pissing in a River’la devam etti performansına.


Konserde çokça istek alan şarkılardan bir diğeri de Frederick’ti ancak Patti bu isteğe “Bu şarkı Frederick değil ama Frederick için yazdığım bir şarkı” diye cevap verdikten sonra hit şarkısı Because the Night’ı tüm salonla birlikte söyledi. Bruce Springsteen’le birlikte yazdığı bu şarkı Patti’yi en meşhur eden şarkı olarak bilinmekte ve zaten en güzel şarkılarından da biri bence. Dinlemeyi en çok istediğim şarkılardan biriydi, o yüzden dinlemek beni çok sevindirdi.


Ardından People Have the Power ile devam eden Patti, “Eğer bu dünyanın insanları olarak barış için, özgürlük için birleşirsek önümüzde kimse duramaz” şeklindeki güzel düşüncelerini de belirtti bu şarkısını seslendirirken. Aktivist kimliğinin en çok görüldüğü şarkı da buydu herhalde ve bunun gibi daha birçok sözle de vereceği mesajları vermeyi ihmal etmedi her zamanki gibi. Bu şarkının ardından ise grup bir kere daha içeri gitti.


Sıra bise gelmişti artık ve sıradaki şarkı Horses albümünden atladıkları tek şarkı olan My Generation’dı. Benim için tüm zamanların en güzel şarkılarından biri olan My Generation, bu müthiş konser için müthiş bir sonu da hazırladı. Efsane grup The Who’nun en bilinen şarkılarından biri olan My Generation’ı yine efsane bir şekilde, müthiş bir enerjiyle seslendirdi Patti. Şarkı sırasında izleyicilerle olan etkileşimi de tüm konser boyunca olduğu gibi harikaydı.


En son ise Babelogue ile Rock'n'Roll Nigger’ı seslendirdiler. My Generation’da ağzımı açık izlediğim Patti konserin son şarkısında ise beni hepten ağzı açık bıraktı. Bise çıkarken “Silah istemiyoruz, savaş istemiyoruz, bizim enstrümanımız işte bu!” diyerek gitarını havaya kaldıran Patti, son şarkıda ise gitarının tellerini elleriyle kopardı ve sonrasında da enstrümanını öptü. Böylece muhteşem bir konser tamamlanmıştı ve özgür ruhlu muhteşem sanatçı Patti Smithİyi bir hayat geçirmeni dilerim İstanbul” diyerek bize veda etti ve sahneden ayrıldı.


Patti Smith ile dolu dolu ve gerçekten unutulmaz bir haftaydı bu. İlk önce Çoluk Çocuk’u okuyup şarkılarını dinleyerek kendimi konsere hazırlıyordum ki sonra Patti ile gerçekten tanışabildim ve en sonunda da unutulmaz bir konser izledim. Patti tam beklediğim gibiydi. Onu izlerken 70’lik Patti’yi değil de Çoluk Çocuk’taki anlarını okurken tanıyıp çok sevdiğim 20’lik Patti’yi düşündüm hep, sanki karşımda o vardı. 70 yaşındaki yaşayan efsane gerçekten çok enerjik, çok sıcakkanlı, çok tatlı ve çok da hayat doluydu. Konserden ne umduysam buldum ben. Şarkılarını ve şiirlerini ne kadar güzel anlattı, ne kadar güçlü ve içten söyledi anlatamam. Zaman zaman bizi duygulandıran, zaman zaman heyecanlandıran ve zaman zaman da güldüren harika bir gece yaşattı bize bu mükemmel insan. Ben de en sonunda “İşte Patti Smith budur!” diye düşündüm. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder