14 Haziran 2016 Salı

Kesinlikle İzlemelisin: The Conjuring 2 (2016)


Sinemanın belki de en keskin hatlara sahip türü korkudur. Korku filmleri ülkeden ülkeye, kültürden kültüre farklılık gösterir. Bu farklılık drama gibi alışa geldiğimiz bir türde yoktur mesela. Drama da Türk sineması ile Japon sineması arasında da birçok benzerlik vardır. Ancak korku sineması öyle değildir işte. Bunun da en önemli nedeni zaman zaman dini öğelerin zaman zaman da bazı sosyokültürel öğelerin hikayenin merkezinde olmasındandır. Bir dönem Amerikan sinemasında bu türün başarılı örnekleri pek görülmemeye başlanmıştı. Sürekli birbirinin tekrarı gibi görünen filmlerden tutun da başka ülkelerde çekilmiş filmlerin genellikle daha başarısız olan Amerikan versiyonlarının çekilmesini görebildik bir dönem. Ancak birbirinin tekrarı bu başarısız yapımların ardından türe yeni bir yön kazandıracak hatta bir anlamda türün son dönemdeki dirilişini sağlayacak bir isim var karşımızda: James Wan. Benim çok uzun zamandır beklediğim son filmi The Conjuring 2 ise kesinlikle beklenmeye değer müthiş bir yapım ve türü içerisinde de önemli bir yere yerleşecektir. (Bu incelememde olabildiğince spoiler'dan uzak durmaya çalışıp filmin konusundan genel olarak bahsetmeye çalıştım ama herkesin spoiler tanımı farklı olabileceği için ben sizi yine de uyarayım.)


Son dönemlerde korku filmi denince akla ilk gelmesi gereken isim James Wan bence. Meşhur Saw (Testere) serisinin ilk filmi ile kendini dünyaya tanıtan Wan, bunun ardından Insidious ve The Conjuring gibi filmlerle korku sinemasındaki yerini sağlamlaştırdı. Karakteristik yönetimi, müthiş atmosfer yaratımı, müzik seçimleri, dikkat çekici kamera açıları ve şaşırtıcı finalleri ile türde öne çıkmayı başardı. Önemli iki filmi Insidious ve The Conjuring’de birbirinden çok farklı şeyler denese de her zaman izleyiciyi korkutmayı başardı. Ben Saw serisini sevmesem ve izleyemesem de korku filmlerini severim ve son dönemde en sevdiğim korku filmleri hep Wan korkularıydı. Insidious’u çok sevmiştim mesela ama asıl olarak The Conjuring’in yeri benim için çok ayrıdır. O benim kesinlikle en sevdiğim korku filmlerinden biri, düşünün iki kez veya daha fazla izlediğim birçok film olmasına rağmen iki kez izlediğim ilk ve tek korku filmi oydu. The Conjuring’in söyle de bir özelliği var: korku türünde bugüne kadar en çok gişe elde etmiş film. Çıktığı yılın (2013) en önemli filmleri arasındaydı kesinlikle. Müthiş bir başarı yakalamış bu filmin devamının geleceğini duyduğumda aşırı heyecanlanmış ve meraklanmıştım çünkü bilirsiniz serilerin ikinci filmleri bazen ilkini yakalayamıyor. Mesela Insidious 2’de biraz öyle olmuştu. Ancak The Conjuring 2 kesinlikle hayal kırıklığına uğratmıyor aksine genel olarak The Conjuring kadar başarılı hatta zaman zaman onun da üzerine çıkmayı başarıyor. Ayrıca tabii ki de sizi çok geriyor ve çok korkutmayı başarıyor. Kısacası ilki kadar müthişti diyebilirim.


Çok detaya inmeden biraz hikayesinden bahsetmek istiyorum. Öncelikle hikaye yapısının ilk filmle açık bir benzerliği olduğu görülüyor. Bunu dışında filmin en dikkat çeken noktası ise “Gerçek hikayeden uyarlanmıştır” olgusu hiç şüphesiz. İlk filmde tanıştığımız demonoloji uzmanı Ed ve Lorraine Warren çiftimiz bu sefer İngiltere’de bilinen en meşhur paranormal olaylardan biri olan Enfield Poltergeist vakasını çözmeye çalışıyor. İlk filmdeki gibi bu film de “Gerçek hikayeden uyarlanmıştır” olgusu veriler ile destekleniyor. Zaten filmin senaryosunu yazarken Wan, bu olayları gerçek hayatta yaşamış olan Hodgson kardeşlerin de desteğini almış.


Filmin hikayesi ise şu şekilde: İngiltere’nin Enfield bölgesinde 4 çocuğuyla birlikte yaşayan Peggy Hodgson, özellikle 11 yaşındaki kızı Janet’ın bazı değişimler yaşaması ile birlikte evde yaşanan paranormal olaylara şahit olur. Dönemin hayalet avcısı tarzı programlarından birinden ise olayı çözmek için bir teklif gelince ise Peggy bu teklifi kabul etmek zorunda kalır. Sonrasında olay basında da geniş yer bulur ve kilise de durumdan haberdar olur. Ancak kilise itibarını korumayı da düşünerek bu olayların gerçekliğinden emin olmak ister ve bu nedenle de Warren’lar ile iletişime geçer. Warren’lar İngiltere’ye gidip olayların gerçekten paranormal bir yanı var mı, yoksa hepsi bir genç kızın ilgi çekmek için yaptığı şeyler mi diye öğrenecektir.


İlk filmde olduğu gibi bu filmde de açılış jeneriği “Gerçek bir hikayeden uyarlanmıştır” sözüyle başlamış. Kapanış jeneriğinde ise yine olaydaki tüm karakterlerin gerçek halini, olayın fotoğraflarını, ses kayıtlarını, haber metinlerini göstererek her şeyi belgeliyor. Film zaten o açılıştaki yazı ile sizi germeyi başarıyor ve bu gerilim her geçen dakika daha da artıyor, zaman zaman ise yerini korkuya bırakıyor. Bu filmde Wan’ın daha önce de bahsettiğim iki önemli filmi Insidious ile The Conjuring’den bir şeyler içeriyordu. Wan sanki iki filmin de en iyi yanlarını alıp birleştirmiş ve üstüne de koyarak The Conjuring 2’yi yaratmış gibiydi. Mesela nerede görseniz korkacağınız bir rahibe karakteri vardı filmde. Bu korkunç rahibe ile Insidious’ta gördüğümüz Bride in Black arasında fiziksel bir benzerlik vardı.


İlk filmden zaten tanıdığımız Ed ve Lorraine Warren çiftini canlandıran Patrick Wilson ile Vera Farmiga’nın uyumları bu filmde de müthişti gerçekten. İkili filmde üzerlerine düşen görevi yine oldukça başarılı bir şekilde yerine getiriyor. Bu filmde de ilk filmdeki gibi dini öğeler yine çokça kullanılmış ve bunun kullanılmasıyla Warren çiftine özellikle de Ed Warren’a önemli görev düşüyordu. Ayrıca bu filmde Warren çifti arasındaki romantizmi de biraz daha arttırılmış şekilde görüyoruz ve artık onları daha iyi tanıma şansına da erişiyoruz. Diğer karakterler için ise aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. Karakter yaratımı açısından ilk filmde gördüğümüz kadar sağlam karakterler yok bu filmde ancak bu çok da göze batan bir detay olmamış. Şunu özellikle belirtmeliyim: Bu filmdeki anne figürü ilk filmde Lili Taylor’ın müthiş performansıyla beraber oluşandan oldukça uzak bir figür olmuş, ilk filmdeki anne figürü gerçekten inanılmazdı ve filmin de en akılda kalıcı noktalarından biriydi.


Hikaye ve oyunculardan, ilk başta da genel olarak James Wan’dan bahsettim belki ama konu James Wan olunca bunlar pek yetmez. İlk olarak filmin harika sinematografisinin hakkını vermem lazım. Wan, filmde Cast Away, Forrest Gump gibi filmlerde çalışmış görüntü yönetmeni Don Burgess ile çalışmış ve kesinlikle ikili çok iyi bir uyum sağlamışlar çünkü ortaya gerçekten müthiş bir sinematografi çıkmış. Filmde yansıtılan dönemin atmosferine uygun ışık kullanım, prodüksiyon ve dekor birleşip bunlara bir de akılda kalıcı kamera hareketleri eklenince ortaya çıkan iş de mükemmel olmuş. Korku filmlerinde pek de görülmeyen güzellikte bir görüntü yönetimi var filmin. Ayrıca filmde korku filmlerinde pek görmediğimiz ve James Wan’a özel olan bir olguyu da görüyoruz. Wan’ın filmlerinde genelde korku filmlerinde görmeye alıştığımız vahşet ve kan yerine bazı şeyler daha basitleştirip korkuyu izleyicinin hayal gücüne bırakmayı tercih ettiğini söyleyebiliriz.


Wan’ın korkuyu izleyicinin zihninde yaratma bu filmde de sallanan boş koltuklar karanlık bodruma inen merdivenler gibi öğelerle devam ediyor ve bu sırada gerilim de bir an olsun bile azalmıyor. Filmde bu açıdan benim en dikkatimi çeken ve en başarılı bulduğum sahne ise Ed Warren’ın Janet ile yaptığı konuşmasını kaydettiği sahneydi. Herkesin arkasını döndüğü bu sahne de odakta Ed varken Janet’ın bulunduğu arka plan ise fluydu ve konuşmanın gerçekleştiği bu sahne boyunca bir sonraki an ne olacak acaba diye gerilmeden beklemek imkansızdı.


James Wan’le ilgili bilmeniz gereken tek şey müthiş korku filmleri de değil aslında. Wan’in aksiyon türünde de önemli bir tecrübesi oldu. Kendisinin Hızlı ve Öfkeli serisinin 7. filmini de yönetmişti, hatta bu filmi yöneteceği açıklandığında bu türde pek tecrübesi olmadığından birçok kişiyi de şaşırtmıştı. Ancak Furious 7, 788 milyon dolarla serinin en çok gişe elde eden yapımı Fast & Furious 6’i ikiye katlayıp 1,5 milyar dolarlık inanılmaz bir gişe hasılatı ile müthiş bir başarı elde edince tüm şüpheler de silinmiş oldu diyebiliriz. Böylece Wan korku filmlerindeki başarısını aksiyon filmlerine taşımıştı hatta serinin 8. filmini yönetmek için de önemli bir teklif almış ancak bu teklifi The Conjuring 2’yi çekmek için reddetmişti. Filmi izledikten sonra gönül rahatlığıyla iyi ki de korkuya geri dönmüş ve bize The Conjuring 2 gibi müthiş bir filmden mahrum bırakmamış diyebiliyorum. Wan’ın bir sonraki filmi ise yine korkudan uzak olacak. Yeni filmi bir çizgi roman uyarlaması olan Aquaman. Başrolünde Game of Thrones’tan tanıyabileceğiniz Jason Momoa’nın olacağı Aquaman, DC’nin kurmaya çalıştığı sinema evreni DCEU (DC Extended Universe)’nun gelecek filmlerinden ve benim de çok merak ettiğim bir film.



Özetle The Conjuring 2 tam anlamıyla karakteristik bir James Wan korkusu ve oldukça da iyi bir film. Bana göre ilk filmle birlikte James Wan’nın filmleri arasında en iyisi. Ayrıca ruhların işlendiği korku filmlerinin de açık ara son yıllardaki en iyilerinden biri. Serinin bu devam filmi en az ilki kadar başarılı, korkunç ve korku sinemasında adını önemli bir yere yazdıracak derecede sinemasal. “Gerçek bir hikayeden uyarlanmıştır” olgusu bile merak edip izlemek için yeterli bir sebep aslında. Ancak o yetmezse de sinematografi, sanat yönetimi ve ses tasarımı açısından inanılmaz bir kaliteye sahip olması ilginizi çekebilir belki. Eğer bu türü veya James Wan filmlerini seviyorsanız kesinlikle izleyin derim. Sadece iyi bir korku filmi izlemek istiyorum diyorsanız ise o atmosferi en iyi şekilde yaşamak için vizyondayken kaçırmayın derim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder